The Dark Knight Rises, Nolan ve Batman Filmleri

Onat Esenman profil resmi

Kategorisi : Vizyon Filmleri

Yayınlanma tarihi : 03.08.2012

Etiketleri : Batman, clooney, val, george, cotillard, kilmer, marion, burton, tim, schumacher, joel, hardy, tom, çizgi, roman, rises, knight, dark, batman, nolan, christopher, the dark knight rises


The Dark Knight üçlemesi uzun ve sancılı bir bekleyiş sürecinden sonra nihayet The Dark Knight Rises ile sonuçlandı. Christopher Nolan ve üçleme o kadar eşsiz ve popüler bir çizgi yakaladı ki, film daha vizyona çıkmadan hakkında sayfalarca yazı yazıldı, konu konuşuldu.

 

2010'un ilk aylarında yeni bir Batman filmi ile ilgili söylentiler çıkmaya başladığında, Nolan'ın Inception adında bir bilim-kurgu filmi çektiği biliniyordu. Kemikleşmiş Batman fanlarına artık Nolan'ın yarattığı Neo-Batman'cilerin katılmış olması bu yeni filmden beklentisi olan grubu ve haliyle filmden beklentiyi de hatırı sayılır seviyede arttırmıştı. Henüz Warner Bros.’dan resmi bir açıklama olmamasına rağmen, forumlarda yeni filmin kötü adamı, filmin konusu, nasıl bir son olacağına dair dedikodular dönmeye başlamıştı bile,  başka bir değişle “ateş yükselmeye” başlamıştı. İş böyle olunca -Heath Ledger’ın The Dark Knight’tan hemen sonra ani ölümünün ve unutulmaz performansının bu konuda ki etkisini atlamamak gerekir- filmden beklentiler, -bence- istenenin ve olması gerekenin çok üstüne çıktı. Bütün bu tablonun üzerine bir de filmin Amerika vizyon tarihi olan 20 Temmuz’da Aurora, Colorado’da, 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan terörist saldırı gerçekleşince, film belki de tüm zamanların en merak uyandıran işi haline geldi.

 

Kimine göre kuşağının en iyi yönetmenlerinden, kimilerine göre ise içi boş "blockbuster’lardan" başka bir şey yapmayan birisi. Fakat kim ne derse desin bundan yıllar sonra Christopher Nolan 21.yy’ın en önemli sinemacısı diye anlatılacak. Following ile başlayan yönetmenlik hayatı birbirinden özel işlerle dolu. Seyirciye kendini zeki hissettirmeyi seven bir yönetmen ve harika bir hikaye anlatıcısı. Onun filmlerinde önemli olan olaylar değil, hikayeler ve başlangıçlar. Hikayelerinin içine pek çok yan karakter ekleyip, bu karakterlere önemli görevler biçen Nolan'ın sinemasının belki de bu kadar çok sevilmesinin bir başka sebebi ise, Batman’i Joel Schumacher’in yarattığı yıkıntıdan kurtarıp, gerçekçi, kaotik ve daha önce kimsenin görmediği bir evrenin içine sokması. Bu öyle bir evrendir ki, nasıl Bourne serisi aksiyon sineması için kendinden sonraki filmleri etkilediyse, Nolan’ın Batman’i de kendinden sonraki süper kahraman ve çizgi roman sinemasını kökten değiştirmiştir.

 

Batman’in beyaz perde ile buluşması 1966 yapımı Leslie H. Martinson tarafından yönetilen Batman’i saymazsak ilk defa 1989 yılında Tim Burton’ın çektiği Batman filmi ile olmuştur. Filmi 3 yıl sonra, yine Tim Burton tarafından çekilen Batman Returns takip etmiştir. Tim Burton’ın gotik ruhu ve anlatım dili her ne kadar çizgi romanla harika bir uyum içinde olsa da, film romanın karanlık tarafını yansıtmakta başarısız kalmıştır. Elbette ki Tim Burton, Danny Elfman’ın müzikleri ve Jack Nicholson’ın Joker’i bu seriyi unutulmazlar arasına çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Batman Returns’den tam 3 yıl sonra –nedendir bilinmez- yönetmen koltuğuna Joel Schumacher oturur ve Batman Forever’ı ortaya çıkar. Artık Bruce Wayne, Michael Keaton değil, Val Kilmer’dır. Schumacher sadece kötü bir film yapmakla kalmaz ayrıca iki iyi oyuncuyu ve iki iyi karakteri de resmen harcar. (Two-Face / Tommy Lee Jones – Riddler / Jim Carrey) Schumacher ve Warner Bros. Batman Forever’in gişede 336 milyon dolar yapmasından gaza gelerek 2 yıl sonra daha kötü bir film ile karşımıza gelirler. Bruce Wayne yine değişir ve George Clooney olur. Çizgi romanda en önemli villain’lardan biri olan Bane’in basit bir koruma olduğu filmde ayrıca Batman ve Robin arasında homo-erotic bazı göndermeler de vardır. Kostüm 1997’den 2005’e, yani tam 8 yıl sahibini bekler. Proje 2005’te henüz 35 yaşındaki Christopher Nolan’a teslim edilir.

 

Nolan’ın Batman’ini diğer Batman’lerden ayıran en bariz özelliği hikayenin ana karakterinin Bruce Wayne olması, Batman değil. Diğer serilerde işin özü o kadar kaybolmuş durumdadır ki sanki Batman’in alter-ego’su Bruce Wayne’miş gibidir. Nolan’ın hikayesinde Wayne gerçek birisidir ve izleyiciye şunu inandırır; çok zengin birisi çalışarak Batman olabilir, o bir süper kahraman değildir. Ayrıca Nolan, çizgi romanın özünü diğer yönetmenlerden daha iyi anlamıştır çünkü Batman her DC Comics çizgi romanı gibi karanlık ve kaotik bir yapıya sahiptir. Nolan’a göre Gotham yaşamaktadır.

 

The Dark Knight Rises ise Nolan’ın Batman serisinin son filmi olmakla birlikte daha önce hiçbir Batman filmin yapmadığı bir şey yapıyor ve seriyi sonlandırıyor. En baştan söylemekte fayda var, The Dark Knight Rises -TDKR- gelmiş geçmiş en iyi çizgi roman uyarlamalarından birisi, fakat daha önce de bahsettiğim beklenti en büyük dezavantajlarından biri. Peki film neden bu beklentiyi karşılayamıyor? TDKR’ın en büyük sorunu senaryosundaki büyük boşluklar ve karışık hikaye anlatımı. Film her Nolan filminde olduğu gibi pek çok karakter ve haliyle pek çok yan hikayeye sahip. Fakat bu karakterlerin büyük bir çoğunluğu filmin finali için kilit rol oynuyorlar. Bu da hepsine değinmek ve hepsini detaylı biçimde anlatmak demek oluyor. Bütün herkes Nolan’ın bu konuda ne kadar usta olduğunu bilir. Daha önce de bahsettiğim gibi en karışık hikayeleri bile su gibi akıcı düzeylerde anlatabilirken, TDKR’ın 165 dakikalık süresine rağmen hikaye biraz arapsaçına dönüyor ve takibi güçleşiyor. Bir diğer problem ise bu karışık hikaye anlatımından doğan senaryo boşlukları. “Bu adam nasıl oldu da buraya geldi?” dedirten türde boşluklardan bahsediyorum. Bazı önemli olaylar prematüre sonuçlanıyor. Fakat film bu noktada sıkmak yerine, bir şekilde seyirciyi daha da kendisine bağlıyor. Nolan, filmin temposunu yüksek tutmak için basit yollara başvurmuyor. The Dark Knight'ta da olduğu gibi politik görüşünü söylemekten de çekinmiyor. Öte yandan filmin oyunculukları -Marion Cotillard hariç- üst düzeyde. Özellikle Tom Hardy’nin Heath Ledger’ın gölgesinde kalmasından korktuğum acımasızlık ve kötülük makinesi olan Bane performansı takdire şayan. Bulunduğu her projeyi bir kat daha yukarıya taşıyan Michael Caine ise tartışmasız filmin en büyük artılarından. Her Nolan filminde olduğu gibi yine sanat ve görüntü yönetmenliğinin ise uç noktalarda gezindiği bir film TDKR.

 

Sonuç olarak bakıldığında ise hikayenin aslında sadık kalınmadığını, fakat ondan yararlanıldığını görüyoruz. Fakat The Dark Knight Rises ve The Dark Knight üçlemesi adını şimdiden tarihe altın harflerle yazdırmış durumda. Umarım ilerde kimse üçlemeyi kaldığı yerden devam ettirme gafletine kalkışmaz ve The Dark Knight serisi her zaman çizgi roman sinemasının en iyi eserleri arasında kalır.

Bülten kaydı için tıklayınız