Berlin Kaplanı. 2012 “İki arada bir derede” kalmışlığın öyküsü.

Özlem Tuğçe KAYMAZ profil resmi

Kategorisi : Vizyon Filmleri

Yayınlanma tarihi : 21.02.2012

Etiketleri : berlin kaplanı, göçmen, 2012, ata demirer, vizyon, komediy, dram


Komedi dizi ve programlardaki yönetmenlik deneyimleriyle tanıdığımız Hakan Algün’ün Ata Demirer ile birlikte ikinci projesi olan Belin Kaplanı, ilk çalışmaları olan Eyvah Eyvah 2 filminin aksine bu sefer komedi unsurunu ikinci plana atarak, aile bağları, göçmenlik, yabancılaşma, gurbetçi kavramlarını temel alan bir yapımla karşımıza çıkıyorlar.

Eyvah Eyvah serisinde olduğu gibi yine senaryosu Ata Demirer’e ait olan filmin konusu; Almanya’da yaşayan ikinci kuşak göçmen Ayhan Kaplan boksörlük yaparak hayatını kazanmaktadır. Başarı grafiği giderek kötüye giden ve artık pek tercih edilmeyen, üzerine kaybetmesi için bahis oynan bir boksör olan Ayhan, tesadüf eseri Türkiye’deki akrabalarının yanına gelir. Türkiye’ye geldikten bir süre sonra aslında orada tesadüf eseri değil, para için dolandırılma amaçlı olduğunu anlayınca, “saf-temiz” bir insan olarak, “insanlık” dersi verir bu hayattaki tek akrabalarına.

Klasik sinema anlatımıyla hem komediyi hem de melodramı bir araya getirmeye çalışan Demirer aslında ikisinin de özelliklerinden feragat ederek yarım bir hikayeye adım atıyor. Komedi olması beklenen filmin ağırlıklı olarak melodram olarak lanse ediliyor olması, Melodram nedir sorusunu akla getiriyor. Dram izlemeye alışmış bir sinema izleyicisi için melodram dramdan çok daha ciddi bir anlam teşkil etmekte. Zira melodram sözcüğü ilk olarak bir film türünü (genre) akla getirir; türler ise, Nilgün Abisel‟in deyimiyle “dünyanın her yerinde toplumsal düzenden yana filmler üreten” (1999: 227) popüler sinemanın en önemli işleme biçimlerinden biridir. Abisel, “neyin nasıl satılacağı” kaygısı üzerinden şekillenen Hollywood‟un, bu kaygıyla geliştirdiği araçlar arasında en başarılı sonuç verenlerden birinin yıldız sistemi, diğerinin ise türler olduğunu belirtir (1999: 42). Edebiyatta ise; melodram adına; Chuck Kleinhans, modern melodramın doğduğu 18. yüzyıla bakıldığında, “bir başka sınıfa karşı konumlanmış olan bir sınıfın draması olan bu biçimin sınıfsal niteliğinin herkesçe rahatlıkla görülebileceğini” söylerken, Wylie Sypher de, “melodram herkesçe malum olduğu gibi, tam anlamıyla burjuva bir estetiktir” der (aktaran Gledhill, 1987: 14). Burjuva’nın estetiği dediği noktada, eve, aidiyete, kadına, gözyaşlarına, çalışan sınıfının sorunlarına dayanan anlamında kullanıldığını düşünürsek film bunların neredeyse hiç birini barındırmazken, Türk sineması içinde de ilk olarak Muhsin Ertuğrul tarafından kullanıldığı anlamıyla da bize “ait” bir yapı sergilememekte.  Muhsin Ertuğrul’un 1922 yılında yazdığı ve yönettiği, İstanbul’da Bir Facia’yı Aşk filmi ile sinema dilimize yerleşen Melodram kavramı/kelimesinin bir parça arkasında duran ancak, klasik melodram tanımına tam anlamıyla uymayan film;  bugüne kadar iki arada kalmış; ne Alman olabilmiş, ne de Türk kalabilmiş göçmenlerin hayatlarına da çok fazla değinmeden dram tadında komedi/komedi tadında dram yaşatmaya çalışıyor.

Bu gün kadar Almanya’ya göç etmiş aileler ve sonra ki kuşakların problemlerini ele alan Fatih Akın’ın filmlerinde gördüğümüz aile yapısına neredeyse hiç rastlamıyoruz bu filmde. Almanya’da antrenörü dışında neredeyse görüştüğü hiçbir akrabası olmayan, Ayhan Kaplan, saf ve temiz karakteriyle hayatın kötülüklerinden uzak, yalnız kalmış-bırakılmış- bir adam. Türkiye’ye geldikten sonra geldiği yeri Almanya’yı hem yemekleri açısından, hem kültürü açısından eleştiren ancak kendini tam anlamıyla da Türkiye’ye ait hissetmeyen Ayhan, Yılmaz Erdoğan’ın Neşeli Hayatlar filmindeki Rıza Şenyurt (Yılmaz Erdoğan) karakterine söylemler açısından çokça benziyor.

İnsanlığın sadece parayla ölçüldüğü bir dünyada var olmanın, sevginin, aşkın, dostluğun, kardeşliğin yalan olduğunu, aile bağlarının hiçe sayıldığını bozuk Türkçesiyle ders verir gibi anlatırken, Rıza karakterinin yılmış, vazgeçmiş ve kendine olan güvenini tamamen kaybetmiş haliyle bir anda aynılaşıyor.

Geldiği ilk gün cennet diye nitelendirdiği Türkiye için insani özelliklerden bahsederken –vicdan- son derece acımasız davranan Ayhan, karakter gelişimini tamamlamadan filme son veriyor. Filmin başındaki karakterden hiçbir değişim göstermeden aynı özelliklerle filmin sonuna ulaşan Senarist Ata Demirer, karakter istiktararını korurken belki de karakterin eksik gelişmesine neden olmuş farkında olmadan. Filmin en başında da bir aile eksikliği yaşayan ve bunun yokluğu nedeniyle olduğu durumda olduğunu kabul eden Ayhan, filmin sonunda bu eksikliği tamamlıyor. Bir anlamda hedefine ulaşmış oluyor ancak klasik karakter anlatımında tam bir başarısızlık gösteriyor. Çünkü başından beri aynı hedefe sahip olan karakter, yaşadığı olaylar karşısında hiçbir ders almış olmuyor, yaşadıkları onun yeni kararlar vermesine neden olmuyor ve karakter tamamen havada bir karakter olarak kalıyor.

Komedi unsuruna yok denecek kadar az yer verilen filmde, olayların dramatikliğine de çok az değinildiğini düşünürsek, ne komedi ne dram denilebilir türüne. Tür açısından kalıplara tam oturmayan filmin, anlatı yönünden eksik olduğu için ve karakter yolculuğu tam anlatılamadığı için böyle havada kaldığını düşünüyorum.

Görselleri açısından çok büyük bir beklenti içinde olmadığım film, küçük bütçeli bir film olma özelliklerinde öteye gidemeyerek, tam da beklentilerimi karşılıyor. Filmin bazı bölümlerinin neden Almanya’da çekildiğini halen daha anlayabilmiş değilim çünkü, çoğunlukla kapalı mekanlarda çekimler yapılmış dolayısıyla Almanya’ya ait, olmazsa olmaz bir olgu neredeyse hiç kullanılmamı. Bu anlamda da mekan seçimi Türkiye’de de yapılabilir ve benzer kapalı mekanlar burada da oluşturulabilirdi.

Filmin belki de tek güzel yanı, ilki 1976 yılında çekilmiş senaryosu Sylvester Stallone’ye ait yönetmenliğini ise John G. Avildsen tarafından yapılan altı filmlik bir seri olan Rocky filmindeki dövüş sahnelerine “özenle” çekilmiş olan final sahnesi. Kaybetmenin de kazanmanın da çok bir şey ifade etmediği, sadece para kazanmak üzere çıkılan dövüşte, sevdiği kadının ve ailesinin onu desteklemeye geldiğini görünce büyük bir güce kavuşan Ayhan “Kaplan” soyadının gereklerini ringde sergileyerek rakibini yere serer. Sonunda klasik melodram yapısına uyarak “mutlu sonla” biter.

Sonuç olarak, göç olgusunu, gurbetçi vatandaşların iki arada bir dere kalmışlığını, komedi ve dram ikilisi arasında verme çabasını girmişken türler arasında da hangisine ait olacağına karar veremeyen Berlin Kaplanı, bir vizyon filmi olmaktan öteye gidemeyerek, Ata Demirer’in komedyan yanıyla vizyonda başarı göstermiş bir filmdir.

 

Kaynaklar:

  • Gledhill, Christine (1987), “The Melodramatic Field: An Investigation”,”Home is Where the Heart is: Studies in Melodrama and the Woman's Film, ed. Christine Gledhill, London: British Film Institute. (s. 5-39)
  • Abisel, Nilgün (1999), Popüler Sinema ve Türler, İstanbul: Alan Yayıncılık

 

 

Bülten kaydı için tıklayınız