GUTENBERG GALAKSİ'Sİ HÂLÂ HAYATTA MI?

Tuba AYDIN profil resmi

Kategorisi : Kitap

Yayınlanma tarihi : 28.01.2013

Etiketleri : yazılı ve sözlü kültür, kitap, teknoloji, mc Luhan, galaxy, gutenberg, matbaa


Yazılı ve sözlü kültür toplumları etkiler yapılandırır ya da değiştirir. Bunun yanında her yeni teknoloji de yeni bir insani ortam yaratma eğilimi gösterir. Marshall McLuhan, The Gutenberg Galasx ismini verdiği kitabında matbağanın başlattığı teknoloji devriminin ilkelerini sorgulamakta ve bu bağlam çerçevesinde sözlü, yazılı ve elektronik kültürün toplumları nasıl dönüştürdüğünü incelemektedir.

Binlerce yıl önce icat edilen yazı ve Mısırlıların büyük keşfi papirüs antik dünyanın imparatorlukları içinde toplumsal ortamı yarattı. Daha sonra gelen tekerleğin icadı gibi muazzam buluşlar ise benzersiz ortamların ortaya çıkışına zemin hazırladılar. U noktadan bakıldığında teknolojik ortamlar insanları kapsayan edilgin durumlar değil, insanları, toplumları ve geleceği şekillendiren etkin süreçlerdir. Hareketli matbaanın icadı ise bu bağlamda çok büyük çapta etkisi olan yepyeni ve beklenmedik bir ortam yaratmıştır. Son yüzyıllarda gelişen "millet", "ulus" kavramları matbaadan önce başgösterememiştir. Basılı sözün yarattığı “kamu”nun benzersiz karakteri, hem bireyin hem de grubun yoğun ve görsel yönelimli öz-bilincini oluşturmuştur. McLuhan, görme yetisinin diğer duyulardan gittikçe artan yalıtılmasıyla birlikte, bu yoğun görsel vurgunun getirdiği sonuçları bu kitap ile okuyucuya sunar. Kitabın temasını; süreklilik, birörneklik ve bağlayıcılık görsel kipliklerinin zaman ve uzayın düzenlenişine uzanması oluşturur. Elektrik devresi, görsel kipliklerin bu uzanımını, basılı sözün görsel gücüne yakın denebilecek bir ölçüde bile desteklemez.

Marshall McLuhan, matbaanın icadı ve buna bağlı olarak gelişen elektronik kitle iletişiminin yaygınlaşmasının dünyayı farklı bir tarzda dönüştüreceğini ve bu tarzın da yeni bir insan tipolojisinin oluşumuna neden olacağını iddia eder Ona göre bu yeni "sözel dünya" ile bir önceki "okur-yazar" dünya arasında meydana gelen ayrım artık kalıcı bir biçimde yerleşecek ve dünya, küçük bir "köy" halini alacaktır. Tam bu noktadan yola çıkılacak olunursa elektronik devrimin matbaa ile başlayan yolculuğunu günümüz “millenium” çağında “yüzyılın devrimi” olarak nitelendirilen ve fotoğrafın, hareketli görüntünün ve matbaanın önüne geçen, ancak aynı zamanda da tüm bu medyaları bünyesinde toplayan “internet” ile sürdürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Günümüzde internet ve özellikle sosyal medya ağlarının kullanım oranları yeniden şekillenen ve değişen bir dünyanın ve kültürün ilk verileri olarak kabul edilebilir. Sözlü kültürü bir anlamda yok sayan yazılı kültürün getirdiği tüm normlar yeni dünya düzeni içerisinde bugün yok sayılmaktadır.

McLuhan yeniden biçimlenen galaksiyi tanımlarken, düşünceyi ayakta tutan üç sütundan (mantık, gramer ve retorik) bahseder. Bu üçlü içerisinde retorik matbaanın icadından sonra değer kaybeder. Artık herşey gramer ve mantıktan ibarettir. Mantık mevcut sosyalleştiğimiz dünya haline dönüşür. Hızlı baskının ardından gelen internet teknolojisi içerisinde ise retorik bir yandan (basılı yayına göre) önem kazanırken düşünce ve en önemlisi gramer önem kaybetmeye başlamıştır. Bu bağlamda bakıldığında elektronik çağ bambaşka bir kültürü doğururken en temelde sözlü kültür ile ilişki kurar. Çünkü fonetik alfabe ve matbaanın icadı toplumsal kurumları ve benlik algısını ortaya çıkarırken (öğreten ve öğrenen ilişkisi) sözlü çağa ait anlatılar ve elektronik çağa ait yaşananlar toplumsal kurumları ortadan kaldıran, herkese ait olan, herkesin hemen ulaşabildiği ve bireyden çok toplumu temsil eden mecralar olarak görülebilirler. Artık içerikten çok söyleyiş önem kazanmıştır. Üstelik bu durumun bir mantığının olmasının da zorunluluğu yoktur.

İnternetten önceki elektronik medyaya bakar isek McLuhan'ın tam olarak hangi noktada sözlü kültür ile elektronik kültürü bütünlediğini görebiliriz. Çünkü internette mantık devre dışı bırakılabilirken, retorik değer kaybedebilirken, TV yayını gibi medyalar sözlü kültür ile tam bir bağdaşma sağlar. Çünkü yayınlarda düşünceyi oluşturan mantık, gramer ve retorik birlikte varolmak zorundadır. Bu bağlamda yeni medya yazılı kültürün önüne geçerken binlerce yıl önceki kültürle de bir göbek bağı kurar.

William Blake duyu oranları değiştiğinde insanların da değiştiğini söyler. McLuhan ise duyu oranlarının bedensel yada zihinsel işlevlerden herhangi birinin teknolojik biçimde dışsallaştırıldığı zaman değiştiğini iddia eder. Burada teknolojinin mutlak anlamda belirleyici olduğu söylenebilir. Çünkü teknolojiyi insanlar şekillendirir ancak şekillenen teknoloji daha sonra gelip tüm insanlığa şekil verir. Bugün yaratılan tüm teknolojiler gündelik hayata dahil olurken kendi ritüelleri ve kültürleri ile bilrlikte gelip tüm dünyayı bambaşka bir yola doğru sürükleyebilir. Her kuşak yeni teknolojiler karşısında değişimin kıyısında dengesini bulmaya çalışır. Ama toplumu hipnotize eden teknolojilerin itiş gücünü iyi kavramamız gerekmektedir. Çünkü bu itiş gücü Blake'in tabiri ile "insanları baktıkları şeye dönüştürür". Bakan kişinin yeni biçime uyurgezer biçimde boyun eğişi derinlemesine bir bir etki yaratır. McLuhan, sözlü kültüre ait dönem, mekanik teknoloji çağı ve elektronik çağın galaksileri çarpışmasa dahi tüm bu teknolojilerin ve farkındalığın bir arada olmasının yaşayan her kişide bir tramva ve gerilim yarattığını iddia eder. En sıradan uzlaşılarımızın bile aniden şekil değiştirmesi onun için bireyselden toplumsala uzanan ve kısırdöngüyü andıran bir tramvadır.

McLuhan'a göre okumak yalnızlaştırıcı ve yabancılaştırıcı bir mecradır. Elektronik medya ise "küresel köy" tanımı ile toplumları birleştirebilir. (Burada McLuhan'ın internet gibi bir medyayı öngördüğü de düşünülebilir.) Okur-yazar toplum ile kabilesel toplumu ayıran herşey ise tam bu noktada kilitlenir. Örneğin sinema yada televizyonun verdiği mesajı kodları okuyabilen okur yazar toplum okuyabilir. 3. dünya toplumlarında ise izleyici sahneden çıkan adama ne olduğunu merak eder. (Bu sebeple Third Cinema türünde tüm süre boyunca tek bir adamı takip eden pek çok film vardır).Adama ne olduğunu öğrenememe durumu ise tramvanın başlangıcını teşgil edebilir. Lumiere kardeşlerin 1896'da çektiği "Trenin Gara Girişi" de mekanik teknoloji çağını yaşamayan bir toplum için tramvanın başlangıcı olarak kabul edilebilir. Zira gösterim sırasında izleyiciler trenin kendilerini ezmek üzere olduğunu düşünerek salondan kaçmışlardır. Bu reailite o toplum için yepyeni bir kültürün başlangıcını temsil eder. Ülkemizde de sözlü kültüre ait olan yaşlılarımızın televizyonla konuşuyor olması yeni teknolojinin yarattığı değişimi kabullenememenin ve iki kültüre de ait olamayıp arada sıkışıp kalmışlığın göstergesi olarak kabul edilebilir.

McLuhan, mekanik çağda sol beynin hakim olduğunu iddia ederken, elektronik çağda sağ beynin iktidar süreceğinden söz eder. Ona göre mekanik çağ ancak ve ancak tamamen analitik düşünmeyi gerektiren yaratıcılığa fırsat tanımayan beynin sol tarafı ile ilişkilendirilebilir. Oysa elektronik çağ toplumların yahut bireylerin yaratıcılıklarına fırsat tanıyan, bu yaratıcılıkları toplumun diğer bireyleri ile paylaşmasına imkan bırakan sağ beyin ile ilişkilendirilebilir. Sol beyin toplumdan bireye giden yolu temsil ederken, sağ beyin birleştiriciliği ve kapsayıcılığı ile bireyden topluma giden yolu temsil eder. Böylece beynin sol tarafının okur-yazar toplumları simgelediğini iddia eden düşünür, sağ tarafın ise fonetik alfabenin önemli yer tuttuğu ve dinin de bağdaştırıcı önemli bir unsur olduğu sözlü kültürü sembolize ettiğini söyler.

Sözlü kültürün yazılı kültürden daha etkin olduğunu söyleyen ve bu söylemini Afrika'da sözlü kültürün egemen olduğu kabileler ve Batılı okur yazar çocukların karşılaştırılması üzerinden veren McLuhan, elektronik devrimin getirdiği yeni kültürün yaratıcılığa ve sağ beyine daha yatkın olduğunu ve bu sebeple de matbaadan daha fazla kabullenilir olduğunu söylemektedir.

Neil Postman, McLuhan'dan farklı olarak bu yeni teknolojilerin toplumun düşmanı olduğunu ve toplumda tabakalaşmaya yol açtığını iddia eder. Postman teknolojinin getirdiklerinin iyimser olamayacağını hatta tahripkar olduğunu söyler. Onun görüşü teknolojinin üretim temelli sınıf yerine tüketim temelli bir sınıf ortaya çıkardığı üzerinedir. Önemli olanın ne kadar üretildiği değil ne kadar tüketildiği olan bir toplumda ise sembolik değerler ortaya çıkacak ve herşey metalaşacaktır. Kopyadan kopyaların üretildiği "Teknopoli" toplumlarında herşey değersizleşir, McLuhan'ın sözünü ettiği biricik olma durumu ise bambaşka bir ortama oturur. Buna örnek olarak 16. yüzyılda Leonardo Da Vinci tarafından yapılan Mona Lisa tablosunu verebiliriz. Bugün Paris'te sergilenen ünlü tablonun milyonlarca insan tarafından ziyaret edilmesinin sebebi orjnalinin biricikliğinden ileri gelir. Değer biçilemeyen tablonun yüzlerce yıldır binlerce defa röprodüksiyonu yapılmıştır. Bu yeniden yaratım süreçleri sırasında eser aslının dışına çıkarak yepyeni biriciklikleri yaratmıştır. Ancak bu yeniden yaratım süreci sanattan ziyade, eleştiri ve ticari gibi kaygıları barındırdığı için orjinal Mona Lisa tablosunun da sembolik değeri artarken sanat metalaşmış ve ürüne değer biçilmesi (biçilememesi) noktasına gelerek endüstrileşmiştir. Postman teknolojinin gelişimi için, "Lambadan çıkan cin bilgi kıtlığı problemini çözüme kavuşturdu. Fakat bilgi furyasının zararları hakkında bigi vermedi. Uzun vadede ortaya çıkan bilgi kaosu, karılmış desteye benzer bir kültüre sahip oldu." der. McLuhan, elektronik devrimin toplumları yakınlaştırarak yazılı kültürün etkilerini silebileceğini söylerken, Postman var olandan daha büyük bir kaosa sürüklediğini iddia ederek reddeder.

Yeniden McLuhan'a dönecek olursak; matbaa sonrası çıkan her yeni teknoloji yüzyıllar öncesinden beri tartışılan küreselleşme olgusunu ortaya koymuştur. Bu dönüşümün en önemli sonuçlarından birinin ulusal meseleler yerine uluslararası meselelerin ön plana çıkması olduğunu öngören düşününürün söylemlerinin aksine toplumların yakınlaşması ve çok kültürlülüğün artması gibi tahayyüller gerçekleşmemeiştir. Her yeni gelen teknoloji global bir köy haline getirdiği dünyada (özellikle üçüncü dünya ülkelerinde) ekonomik bağlılıklarla birlikte kitle iletişim araçlarında da sahipliğin değişimini beraberinde getirmiştir. Çok uluslu şirketlerin ortaya çıkması ve ekonomik dengelerin değişmesinin de itici gücü olan yeni elektronik teknolojiler kültürel alanda da bağımlılık yaratmış ve McLuhan'ın öngörüsünün aksine çok kültürlü olmaktan çok tektip model yaratan bir olguya dönüşmüştür. Günümüzde bu yargı en çok tartışılan problemler arasına girmiştir. Bu bağlamda McLuhan tahayyülünden ziyade Postman öngörüsünün gerçekleştiğini (yahut gerçekleşmekte olduğunu) söylemek yanlış olmayacaktır.

Herbert Schiller, Amerikan medyasını odak kabul ederek, Amerika'nın diğer ülkelere ihraç ettiği ürünler ve teknolojilerin bağımlı ülkeleri manipüle ettiğini söyler. Ülkeler arası uzaklıkların kalmadığı, sınırların aşıldığı bir dönemde Schiller'e göre teknoloji satan ekonomi güçleri, teknolojileri satın alan ülkelere yeni bir dünyanın kapısını aralarken (en azından bunu söylemleri bu iken) esasında kültürleri yozlaştırmakta ve tek tip dünya düzeni kurmaktadırlar. Bu bağlamda küreselleşme emperyalizmin devamı gibi de görülebilir. Karl Marx ve Engels birlikte kaleme aldıkları Komünist Parti Manifestosu'nda Amerika'nın keşfinin, Ümit Burnu'nun dolaşılmasının burjuvaziye yeni kapılar açtığını söylerler. Böylece sömürgecilik de yepyeni bir boyut kazanmıştır. Marx ve Engels, bu gelişmelerin "insanoğlunun kişisel değerinin yerine değişim değerinin geçtiğini ve geri alınmaz özgürlüğün yerine vicdansız özgürlüğün aldığını" belirtmektedirler. tüm bu olgular küreselleşmenin getirileridir.

Anthony Giddens'e göre küreselleşme ekonomik bir mesele olduğu aynı zamanda mekan ve zamanları değiştirmek için de kullanıldığını söyler. Ancak Giddens'e göre küreselleşmenin asıl önemli tarafı iletişim devrimi ve hızla yayılan emformasyon teknolojisindeki değişmedir. Elekrtonik devrim tüm fakir bölgeler de dahil tüm halkları ve gündelik yaşamı etkilemektedir.  Bu etkiler yeni ulusaşırı güçleri doğururken gündelik hayatlar üzerinde aynılaşmayı da beraberinde getirir.

Emformasyon devrimi de sayılabilcek elektronik devrim dünyayı küçülterek bir köy haline getirdiği gibi aynı zamanda toplumdan bireye yönelim hızını da katlamıştır. Artık önemli olan uluslar değil bireydir. Tüm bu süreç topluluk ruhunu yıkıcı, parçalayıcı, bireysel kimliklerin de üzerinde durdukları sağlam zeminleri aşındırıcı etkilerini ön plana çıkararak karanlık bir geçmiş tablosu oluştururlar.

1980'li yıllarda olan ekonomik, siyasi ve en önemlisi teknolojik büyük çaplı yenilikler sosyal hayatta da görülmemiş pek çok imkan sunmuştur. Yeni Medya Düzeni ismi ile anılan bu süreçte bütün yeryüzünde evresel adı altında batı ve özellikle Amerikan değerlerini yaymak amaçlanmaktadır. Ekonomik, siyasi ve toplumsal bağlamda bağlılığı amaçlayan ideal özellikle üçüncü dünya ülkelerini ve merkez çevresinde bulunan ülkeleri hedeflemektedir. Yeni teknolojiler sayesinde gerek ekonomik gerek sosyal ve hatta gerek askeri konularda bağımsız karar olmak imkansız hale getirilmektedir. Otoriteler böylece var olan güçerini arttırmak sureti ile tek merkezli dünya hayali kurmaktadırlar. Elektronik teknolojiler kendi stratejileri ile bu yolları meşrulaştırmakta ve halklar arasında normalleştirmektedirler.

Medya bir zamanlar (ve hala) dünyanın nispeten sınırlarla parçalanmış halini, bu parçalara mensubiyet hissini ve fikrini teşvik etmek suretiyle nasıl yerleştirmişse, bugün de dünyanın bir tek mekan haline geldiği fikrini yayma işlevini görmektedir. Bu işlevsel farklılık medya teknolojilerindeki gelişmeyle, yani matbuatın hakim medya teknolojisi olmaktan çıkması, hakimiyeti küreselleşen elektronik medya teknolojilerinin ele geçirmesiyle ilişkilidir. Kültürel ürünlerini ve bu ürünlerin içerdiği mesajları tüm dünyaya ileten Amerikalı medya oligopolleri çerçevesinden bakılınca ise yeni medya düzeni, ekonomik olmanın ötesinde siyasal ve daha önce de söylediğimiz gibi kültüreldir de. Tüm dünyada hakim ideoloji ile çatışmayan, tek bir kültürü tek bir yaşam biçimini idealize eden bu anlayış dünya halklarına yeni elektronik teknolojilerle empoze edilmektedir. Kendilerinin de içinde bulundukları sistemi yeniden yaratma, koruma ve yayma görevini üstlenen bu teknolojiler McLuhan'ın söyleminden farklı olarak daha yalnızlaştırıcı ve bağımlı kılıcıdır. Bu ideoloji ile ülkeler üretim toplumundan uzaklaştırılmakta ve kapitalizmin gereği olan tüketim toplumuna çevirilmektedirler. Bu bağlamda kültürde dönüştürülerek daha önce de bahsettiğimiz gibi metalaşır ve değersizleşir. Artık kültürel üretim de yaygın ideolojinin ve sistemin yanında yer almak sistemin devamlılığını sağlamak ve sisteme gelebilecek tehlikeleri korumak üzerine konumlandırılmaya başlanmıştır.

Sonuç olarak; Marshall McLuhan'ın The Gutenberg Galaxy kitabında idealize matbaanın çıkışından önceki sözlü kültüre ait toplumlar reel dünyanın tarih sayfalarında kalmış toplumlardır. McLuhan matbaa ile gelen devrimi eleştirmekte ve baskılı iletişimin toplumları yalnızlaştırdığını ve ulus bilincini yokettiğini söylemektedir. Mekanik devrim (matbaa devrimi) yerine elektronik devrimi savunan, elektronik devrimin sözlü kültüre daha yakın olduğunu ve toplumları birleştirici özelliği olduğunu, düşünceyi ayakta tutan mantık, gramer ve retoriği yeniden önemli kıldığını söyleyen McLuhan elektronik devrimin olumsuz yanlarını görememektedir. Tüm verdiğimiz örnekler, olgular ve açıklamalar ışığında elektronik devrimin tekelleştirici, mekanik devrimden daha bireyci ve yalnızlaştırıcı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çok renklilikten ziyade tek tip bir köye dönüşen dünya emperyalist odakların çıkarlarına göre şekillenmekte ve tüketim toplumları yaratılmaktadır. Yeni var olan bu kitleler psikolojik olarak da mutsuz ve tatminsiz bireylere dönüşmekte sonuçta güvenlik gibi büyük ve önlenemez problemler yaratmaktadırlar. Elektronik devrim McLuhan önermesi ile ne kadar gerekli ise Postman önermesi ile de denetimsiz bırakılamayacak kadar tehlikeli bir olgudur.


Bibliyografya

  • McLuhan, Marshall. The Gutenberg Galaxy (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001)

  • Postman, Neil. Technopoly: The Surrender of Culture to Technopoly (İstanbıl: Paradigma Yayıncılık, 2009)

  • Blake, William. Jarusalem: The Emanation of The Giant Albion.

  • Schiller, Herbert. Zihin Yönlendirenler (İstanbul: Pınar Yayınları, 1993)

  • Engels, Friedrich; Marx, Karl. Das Kommunistische Manifest (İstanbul: Can Yayınları, 2012)

  • Giddens, Anthony. The Third Way: The Renewal of Social Democracy (Londra: Wiley- Blackwell Yayınları, 1998)

  • McChesney, Robert W. "Media Convergence and Globalisation.” Electronic EmpiresGlobal Media and Local Resistance (Londra: Arnold Yayınları, 1998)

 
 
 
 
 
 
 
 
Bülten kaydı için tıklayınız