Devrim ve Mülkiyet/ Mülksüzler Üzerine Bir Analiz

Tuba AYDIN profil resmi

Kategorisi : Kitap

Yayınlanma tarihi : 25.01.2013

Etiketleri : mülk, Sosyalizm, Kapitalizm, Ursula Le Guin, mülksüzler, Urras, Anarres


Kapitalizm; “üretim tüketimden azdır ve her şey para ile satın alınarak elde edilebilir, mülk edinilebilir” der. Komünizm ise; “üretim tüketimden azdır ama herkes çalıştığı kadar alır ve kimsenin özel mülkü olamaz” der. Ursula K. Le Guin ise Mülksüzler kitabında (ikircikli ütopya'sında) her iki sistemin de ne kadar haklı ve doğru ama aynı zamanda haksız ve yanlış olduğunu irdeler. Mülksüzler açıktan açığa kapitalizmi eleştirse de görünür bir şekilde ve cesaretle komünizmin de açıklarını ortaya koyar. Halkların iki sistemde de yaşamayı başaramadığı, sistemlerin birbirinden keskin çizgilerle ayrıştığında kimsenin mutlu olmadığı gibi bir argümanı bilimkurgu çatısı altında yansıtır.

Ursula Le Guin daha kitabın ilk sayfasında yer alan “ikircikli ütopya” argümanı ile okuyucuyu adeta uyarır. Çünkü okur kitabın sayfalarında ilerledikçe yazarın bir amaç üzere yazmaya başladığını ama yazın süresi içerisinde bu düşüncelerin farklı bir yere doğru evirildiğini hisseder. Yazar yola kapitalizm eleştiri için çıkmış gibidir. Ama daha ilk bölümde Anarres'te bulunan ‘duvar’ tüm kitap boyunca yeri geldiğinde fiziksel, yeri geldiğinde psikolojik ve yeri geldiğinde ideolojik bir engelleme olarak adeta Le Guin'in temel argümanı olur. Urras ve Anarres isimli iki gezegende geçen olaylar dizisinin kısaca Shevek isimli Anarres’li, anarşist ve meraklı bilim adamının biyografisi olarak özetlenebilir. Duvar argümanı ise Urras'ta defalarca bahsedilmesine karşılık fiziksel ve aynı zamanda da psikolojik ‘duvar’ın ilk örneğini Anarres'te görürüz: “Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu...

...bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi...

...Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.” Kitabın girişi olan bu cümleler bahsettiği fiziksel anlamın çok ötesinde bir yere işaret etmektedir. Duvarın içinden bakıldığında fiziksel olan bu ayırım Anarres'i korumakta diğer dünyalardan ayırmaktadır ama diğer dünyalardan bakıldığında aynı duvar yine Anarres'i 'dev bir esir kampına dönüştürmektedir. Neyin doğru neyin yanlış olduğu bu bağlamda bir kesinlik kazanamamaktadır. Böylece yazar daha açılış cümleleriyle doğru veya yanlışın, haklı veya haksızın, ideal veya ideal olmayanın baktığınız yere göre değişeceğinin altını çizer. Duvar bir semboldür ve tüm kitap boyunca uzlaşmanın önüne dikilen engel olarak simgeleştirilir. Le Guin ‘duvar’ hakkında, Shevek'e dolayısıyla okuyucuya; “içeri kapamak, dışarıda bırakmak” argümanını düşündürtür ve başkarakter yardımı ile sorgulatır.

Başkahraman Shevek'in biyografisini kendi ağzından dinlediğimiz/okuduğumuz kitapta Le Guin; Anarres'i, Urras'ı ve neden Urras’tan Annares’e neden göç edildiğini anlatır. Anarres ulaşılması mümkün olmayan hırslarından arınmış haliyle mükemmele yakın bir dünyadır. İnsanlar çalışır ve emeklerinin karşılığında bir hayat kazanırlar. Okur, tartışır ve analiz ederler. Kimse mülkiyet, şiddet vb. kavramların ne anlama geldiğini bilmez ve bu sebeple halklar arası savaşlar çıkmaz. Anarres'te kimse birbirini kandırmak için uğraşmaz çünkü buna gereksinim duyabilecek herhangi bir sebebi yoktur. Bu bağlamda Anarres tam anlamıyla ideal dünyanın tarifidir.

Urras ise uzakta, korkulan, vahşetin ve mülkiyetçiliğin had safhada olduğu herkese zarar vermek isteyen insanlarla dolu olan gezegendir. Shevek'in oraya gitmek istemesi hiç de anlaşılır bir durum değildir. Orada herkes çıkarı için birbine yalan söyler, insanlar sürekli olarak birbirini kandırır. Shevek'in merakının baskın çıkmış olması anlam verilebilecek gibi değildir.

Shevek'in uzay gemisinde yolculuk ederken karşılaştığı subaylar Urraslıdır. Yine bir Urraslı olan Dr. Kimoe'nin tarifine göre onlar; ırkçı, dinci ve cinsiyet ayrımcılığı yapan insanlardır. Böylece henüz Urras'a ulaşamamış olan Shevek bu dünya hakkında yıllarca ona anlatılanları teyitlermiş olur. Ama Dr. Kimoe’nin nezaketi kafa karıştırıcıdır. Zaten Urras'a ulaştıktan sonra her şey çok daha fazla karmaşıklaşır. Doğru ve yanlış birbirinin içinde erir. Urras'ta gördüğü zenginlik Shevek'in başını döndürür. Uçsuz bucaksız ormanlar, binlerce çeşit hayvan, insanların yaşadığı zengin, lüks ve konforlu hayat sorgulamaları da beraberinde getirir. En basit ağrılar için kullanılan ve çözüm olan ilaçlar Anarres'te bulunmamaktadır. Üstelik Anarres'te bulunup Urras'la iletişimde bulunanlar bunu bilmelerine rağmen haklara açıklamamışlardır. Bu gayri ahlaki bir tutumdur. Shevek ise Anarres'te yaşanan hayatın ‘ideal yaşam’ olduğu konusunda şüphe duymaya başlar.

Diğer taraftan Shevek'in geçmişine (çocukluk-gençlik) dönülen bölümlerde Sabul isimli öğreticinin, Urras'tan çaldığı fikirleri kendi fikirleriymiş gibi yansıtmasına şahit oluruz. Urras’lı bilim adamlarının fikirlerini çalan Sabul, mülkiyetçiliğin bir başka tanımlamasının içine girer. Yine Shevek'in yazdıklarını ortak çalışma olarak yayımlatması bir başka zafiyettir. Üstelik bunların tamamı korkulan Urras'ta değil ‘ideal dünya’ olan Anarres'te yaşanmıştır. Anarres’te var olması bile düşünülemeyecek olan bireysel hırs ‘ideal dünya’da kendine yer açmış, yönetimi ve iktidarı sistemi olmayan bu yaşantıda bireyler üzerinde can bulmuştur. Bu bağlamda Le Guin ideal toplumların olamayacağı ideal ve ahlaki bireylerin olabileceğini vurgulamaktadır.

Yazar ilerleyen chapter'larda Urras'ın kötü yüzünü tüm açıklığı ile gün yüzüne çıkarır. Mülkiyetçilik, anlam verilemeyen savaşlar, açlık, bireysel hırs, ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı gibi ahlak dışı ne kadar insan davranışı varsa Urras'ta yaşanmaktadır. İnsanlar birbirlerine çıkarları için her türlü kötülükte bulunabilirler. Bencil ve kapitalist dünya tüm ihtişamıyla gözler önüne serilir. Sadece satın almak üzerine kurulmuş bu kapitalist düzenden Shevek’in midesi bulanır. Alışveriş yapmak gibi öğretiler başta çok ilginç olsa da daha sonraları bu sistemi de sorgulamasına ve nefret ederek uzaklaşmasına neden olur. Shevek ilk zamanlarda başını döndüren konfor ve lüksün bir zaman sonra çalışmasına engel olduğunu keşfeder. Bu durum ise adeta Urras'ın kurallarındandır.

Kapitalist dünya Urras’ın ismi; ABD ve SSCB'nin harflerinden türetilmiştir (usa ve ussr). Almancada ilk, kaynak anlamına gelen ek ‘ur-’ ise, Anarres'e giden göçmenlerin kaynağının Urras olduğunun ifadesidir. Soğuk savaş yıllarında yazılmış olan kitapta Urras kelimenin tam anlamıyla kapitalist düzenin yaşatıldığı ve menşeği olabilecek ABD'ye karşılık gelmektedir. Bu noktada Urras gezegeninde SSCB'nin harflerine atıfta bulunulmasının da bilinçsiz olduğu düşünülemez. Le Guin, komünist düzenin hüküm sürdüğü SSCB'nin de sistem eleştirisini bu bir kaç harf ile çok zekice yapmıştır. Yine Urras'ta bulunan A-İo kentinin isminin; ABD/Atlantis ya da Atina/İyonya'dan geldiği iddia edilebilir. Bu noktaları merkez olarak kabul eden yazar Urras'ın dilini de bu eklerden türetir ve İoca diye bir dil yaratır. Diğer taraftan yine Urras gezegeninde olan Tu kentinin isminin de SSCB/Mu'dan geldiği varsayılabilir. Bu bağlamda Le Guin hem ABD'yi hem SSCB'yi farklı ideolojilere göre şekillendirse de aynı gezende var eder.

Komün hayatı yaşayan Anarres ise tamamen başka bir gezegendir ve Urras'ta hayat bulan SSCB ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Anarres'in ismi 'anar'şizm kelimesinden türetilmiştir. Diğer taraftan kitapta kendine yer bulan Hain ve Arz ise çok dikkate değerdir. Hain boşluğa doğru yolculuktur. Arz ise Dünya'ya verilen isimdir. Hikâyeye nerelerde müdahil oldukları ise önemlidir. Çünkü genellikle kırılma noktalarında ve kritik kararlarda bu isimler sahneye çıkar.

Arz yıllar önce yaşam alanlarını tüketmiş ve insanların artık uzaydan medet umduğu yer haline gelmiştir. Bu fikir dönemsel olarak bakıldığında çok çarpıcı bir hal almaktadır. 1930-50 yılları arasında faşizm ve atom bombası gibi sebeplerle yok olmak üzere olan Dünya uzaya açılarak varlığını sürdürebilmiştir. Hem de ilk adımı atan ABD ve SSCB sayesinde. Yaşam alanlarını yok eden bu iki devlet yeni yaşam alanları bulmak için uzaya açılmışlardır.

Romanı güçlü kılan en önemli unsur kurgu yapısıdır. Hikâye sonuna doğru ilerledikçe başa doğru geri döner. Ve adeta Odo'nun söylediği “Gerçek yolculuk geri dönüştür” sözünü kanıtlar. Söz/hikâye/insan nirvanaya ulaştıktan sonra fayda sağlar. Bu bağlamda “fayda”nın tanımlaması da yine komün yaşama geri dönüşle yapılır.

Ursula Le Guin acının, saf acının öneminden ve gerekliliğinden de bahseder. “Hastalıkların iyileştirmesi, açlık ve adaletsizliği önlenmesi” gibi acılar dindirilseler de gerçek olan yani kökteki acının dindirilemeyeceğini ifade eder. Acı çekenin ‘benlik’ olduğu ve hiçbir koşul ve şartta geçmediği ifade edilir. Shevek'in “şunu anladım... Hiç kimse için bir şey yapamayacağımızı... Birbirimizi kurtaramayız. Kendimizi de!” sözü, acıyı önlemek üzere tasarlanmış “karşılıklı yardım ilkesi”ni çürütmektedir. Yani en temelde yatan komünist düşünceye ters bir kanıt savunulmaktadır. Keza Le Guin Shevek'e Urras'a ilk geldiğinde görüştüğü bilim adamları hakkında onların bir vahiy, bir kurtuluş olduğunu söylemetmekte ancak daha sonraları onlardan nasıl kaçacağını bilemediği bir hale sürüklemektedir.

Birçok eleştirmene göre Le Guin kitabını Dostoyevski'nin bir grup anarşistin maceralarını anlattığı 'Ecinniler' kitabına cevap olarak yazmıştır. Dostoyevski'nin “ruhu cinler tarafından ele geçirilmiş şeytansı yaratıklar” olarak betimlediği anarşistler, ‘Mülksüzler’de herhangi bir sahibi olmayan ve bir otoriteye bağlı olmayan topluluk olarak yansıtılır. Toplum olarak değil topluluk olarak tanımlanan anarşistler birey mantığı ile hareket ederler. Kimse onlara yasalar koyamaz, engellemede bulunamaz ve ceza veremez. Bütün yasalar ve cezalar bireyin kendi zihninde ve vicdanındadır. Ama burada savunulan argüman bir anlamda sekteye de uğrar. Çünkü Bedap, Shevek ile yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullanır: “Hükümet: iktidarı elde tutmak ve güçlendirmek için gücün yasal kullanımı. 'yasal' yerine 'geleneksel'i koy, işte sana Sabul, Eğitim Sendikası ve ÜDE.” Yaptığı bu tanımlama ile sistemlerini yönetimci bir bürokrasi olarak adlandırır. İşte tam da bu noktada görünürde olmayan yasaların bilinçaltlarına işlenmek yöntemi ile var edildiğini gözler önüne serer. Urras'ta bulunan SSCB benzeri olan Tu kenti zaten kapitalist düzen içerisinde gösterilir ama komün hayatı yaşanan ve ideal olarak sunulan Anarres de tüm fiziksel ve psikolojik (görünür ya da görünmez) 'duvar'larına karşın bu sistemden uzak kalamaz. Toplu azarlama ya da düşünceleri yok sayma yöntemi ile insanları boyun eğmeye zorlamaktadırlar. Sistemin kabul etmediği düşünceler, sanat eserleri ya da üretilen işler yok sayılarak, basılmayarak, yayınlanmayarak baskı altına alınırlar ve yok edilirler. Bu da bir tür yönetme şeklidir. Ayrıca yine Bedap'ın, Shevek’le ortak olan arkadaşları Tirin hakkında anlattıkları onun istediği işi yapamadığına istemediği bir işe zorlandığına ve sonucunda da görünürde var olmayan bir tür ceza sistemi ile cezalandırıldığına işaret eder. Bu bağlamda yazar diğer sistemlerden bağımsız bir komün/anarşist ve ideal bir sistemin tüm duvarlara karşın yaşatılamayacağını savunur.

Ursula Le Guin kitabında yazılı yasaları olmamasına, seçilmiş bir yönetimleri bulunmamasına karşın benzer sistemlerin uygulandığı toplulukları da anımsatır. “Toplumsal vicdan artık yaşayan bir şey değil; bir aygıt, denetlenen bir iktidar aygıtı” derken yazılı olmayan ama insanların vicdanlarının denetlendiği dini ‘cemaatler’ akla gelir. Bu oluşumlar gerçekte var olmayan toplumsal vicdanı denetler ve yazılı olmayan kurallarına uyulmadığı durumlarda da yalnızlaştırmak gibi yöntemlerle bireylere ceza verir. “Çocuklar Odo'nun sözlerini yasaymış gibi ezberliyorlar!” cümlesi cemaat önderlerinin kanaatlerine düşünülmeden uyulduğu, bu tür oluşumlarda sorgulamaya yer bulunmadığını da anımsatır. Bireyselliğin 'küfür' sayıldığı ve 'ben' demenin yasak olduğu bu tür oluşumlar bireysel fikir gelişiminin de önüne geçer. Alt katmanlarında yardımlaşmanın ve hizmetin esas alındığı ve gönüllülük üzerinden yürütülen bu oluşumların üst kademeleri, Sabul gibi çıkarcı; maddi ve fikri her türlü yaratımı kendine mal eden bir katmanda dururlar. Bu bağlamda cemaatlerin pek çoğunun Anarres'te yaşatılan sistemle benzer olduğu savunulabilir.

Shevek; “biz Anarresliler doğadışı bir yalıtılmışlık içindeyiz” der. Her türlü yanlışın kötülüğün ve haksızlığın olduğu Urras'ta çeşit çeşit doğa harikasının olmasına karşılık; Anarres'in paylaşımcı, faydacı ve özgürlükçü yaşantısına rağmen payına çok çetin ve neredeyse yaşanılamayacak olan doğa koşulları düşmektedir. Yaşanılası olmayan gezegende paylaşmacı yolla ayakta kalabilen Anarres'ten gelen Shevek Urras'ta doğanın tadını doyasıya çıkarır. Kuşları özel olarak dinler, ormanda uzun yürüyüşlere çıkar ve uzun saatler boyunca kartopu oynar. Doğaya gereken özeni gösterir ve bunun bir ayrıcalık olduğunu hissettirir. Aristo; “Doğayı, yozlaşmış varlıklarda değil, doğa kanunlarına uygun davranışta bulunan varlıklarda incelemek gerekir.”[1] der. Bu argümandan yola çıkarak doğa ve etkileri Shevek üzerinden incelenebilir. Çünkü tüm o 'nimet'lere alışmış Urras'lılar için önemli olmayan doğa mucizelerine Shevek'in verdiği tepkiler doğru olanlardır.

Feminist yazar Ursula Le Guin; kadın bakış açısıyla ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı, mülkiyet gibi kavramlara farklı bir perspektiften bakış açısı sunar. Le Guin devrimi yapan ve bir kadın olan Odo'cu düşünceyi yaratabilmek için Tao'cu felsefeden yola çıkar. Bu düşünce sistemi ile birlikte parçalara ayrılmamış, bir bütün olan ve her şeyi kuşatan bir dünya görüşü yaratmayı amaçlar. Bu da Le Guin'in; “Bütün olmak parça olmaktır; gerçek yolculuk geri dönüştür.” cümlesinin temelini oluşturur.

James Hetfield'in; “Sistemler suçları yaratmaz, suçlardan dolayı sistemler yaratılmıştır” sözü ile Le Guin'in “Bir hırsız yaratmak için bir suç yaratın; suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun!” sözü birbirinin muadili olabilirler.

Leguin'in Mülksüzler kitabının hikâye kurgusu, sosyo-politik konumu, insan doğasından zaman ve mekân kavramına kadar pek çok tanımlaması onu diğer benzer kitapların tümünden ayırır. Ve yazar mülkiyet kavramını hikâye kurgusu içerisinde öyle ustaca irdeler ki kapitalist düzende yaşayan bireylere öğretilen mülkiyetin bir özgürlük birimi olmadığını aksine bireyleri hapsettiğine işaret eder. Çünkü bankalara konulan paralar ve alınan eşyalar insanları mahkûm eder, bağlar ve hareket edemez hale getirir. Le Guin ise kitabın sonunda Shevek'e aradığını iki dünyada da buldurmayarak bir anlamda 'hiç'liğe ulaştırır. Devrim fikrinin hiç bir zaman gerçekleşmeyecek ama aynı zamanda da hiç bitmeyecek bir ütopya olduğunu vurgular. Dünya hep değişmiştir, her zaman da değişecektir. Her zaman geçerli ve sürekli bir sistem olamayacağı gibi, her zaman geçerli ve sürekli bir yaşayış biçimi de olamayacaktır. Bu bağlamda devrim olan biten bir şey değil, sürekli olan evirilen ve sürekli bir oluş halinde olan kavramlardır. Yevgeni Zamyatin “Devrim Nedir?” yazısında “Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur. Devrim yasası toplumsal yasa değil, çok daha büyük bir yasadır.”[2] demekte ve Le Guin'in de savunduğu tüm argümanı adeta özetlemektedir.

 

 

KAYNAKÇA

 

Rousseau, Jean-Jacques. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı. Say Yayınları 2006. İstanbul.

Rand, Ayn. Hayatın Kaynağı, Manası ve Ego. Plato Yayınları. 2011. İstanbul.

Zamyatin, Yevgeni. Devrim Nedir? Ayrıntı Yayınları. 2011. İstanbul.

Aristo. Politika. Dergâh Yayınları. 2010. İstanbul.

Bülten kaydı için tıklayınız