Sonsuz Döngü ve Reenkarnasyon: Cloud Atlas'a alternatif bir bakış.

Raşit KAYA profil resmi

Kategorisi : Vizyon Filmleri

Yayınlanma tarihi : 08.11.2012

Etiketleri : cloud atlas, wachowski brothers, tom tykwer, tom hanks, halle barrey, hugh lauire, hugo weaving, parallel evrenler, reenkarnasyon.


Cloud Atlas; Türkçe ismi ile Bulut Atlası, 2012'nin blockbuster'ları arasında kendine önemli bir yer ayırtmıştı. Avengers ile başlayan muhteşem 2012 gişe sineması, The Dark Knight Rises ile çıtayı iyice yükseltmişti. Prometheus gibi hayal kırıklığı yaşadığımız işler olsa da Cloud Atlas bana kalırsa seyirci de hoş bir tat bırakmayı başarıyor. Teknik açıdan kusurları bulunabilir. Hikaye olarakta daha iyi olabilirdi denilebilir ancak ben bütün bu durumların sebebinin iyice yukarı çekilen çıta ve beklenti olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak Cloud Atlas, başarı bir film hatta hak ettiği ilgiden de uzak olduğunu dahi düşünüyorum. Peki nedir bu projeyi bu kadar önemli kılan?

David Mitchel'in sihirli kaleminden bizlere ulaşan bu bilim-kurgu romanı, 6 farklı dönem hikayesi üzerinden bize bazı mesajlar vermeye çalışıyor. Ortada 6 farklı vizyon olsa da tek bir mesaj var aslında. Bu mühim mesaja değinmeden önce okuması zor olan bu eserin, uyarlamasının da zor olacağı kesin bir durumdu. Bütün bunları bilerek bu ölümsüz eseri uyarlayan Wachowski kardeşleri ve Tom Tykwer'i kutlamak lazım. Lola Rennt gibi farklı ve bir o kadar da başarılı bir iş çıkarmış Tom Tykwer'in, yine bir kitap uyarlaması olan Parfume: The Story Of a Murderer ile beraber Hollywood'un elit yönetmenleri arasına girmesi ve bu projede yer alması açıkçası şaşırtıcı değil. Kendisinin alışılmışın dışında kamerası ve parallelliklere dayanan hikayelere ilgisi Koş Lola Koş da bariz biçimde ortadaydı. Koş Lola Koş'da parallel evrenlere seyahat eden yönetmen, bu sefer reenkarnasyon temasına yöneliyor. Bu işin altındanda başarı ile kalktığını söyleyebilirim. Parfume: The Story of a Murderer de beraber çalıştığı Ben Wishaw'ı projeye dahil etmesi de çok isabetli bir karar olmuş doğrusu.

Washowski kardeşlerin penceresinden bakarsak ise, The Matrix ile adeta sinemada yepyeni bir devirin kapılarını açan ikilimiz, V for Vendetta projesi ile de gerek felsefelerini gerek politik bakış açılarını seyirciye doğrudan kabul ettirmişlerdi. Speed Racer gibi tamamen kişisel bir projenin ardından yeniden kendilerini bu seviye de bir işte görmek heyecan verici. Matrix ve V for Vendetta'yı yapan adamlardan doğrusu insan daima olağanüstü işler bekliyor. Zekalarına ve kameralarına hayran biri olarak, Cloud Atlas'ta Tom Tykwer ile olan uyumlarına şapka çıkardım. Sadece kendileri projeyi ele alsa belki çıtayı daha üste çıkarabilirlerdi ancak bu takım oyununu da takdir ettim. Slow-motion hatta frozen-time denilince daima akıla gelecek bu ikilinin daha sık proje başına geçmelerini diliyor ve asıl mevzuya geliyorum.

Daha önce de belirttiğim gibi, üç farklı yönetmen altı farklı hikaye var elimizde. Üstelik altı hikaye de farklı zaman dilimlerinde geçiyor. İlk hikaye, 1800'lerin sonu 1900'lerin başı gibi bir döneme denk geliyor. Henüz köleliğin ve siyahilere olan zulümün legal olduğu zamanlar ve hikaye tamamen kölelik,dostluk, eşitlik temaları üzerinden ilerliyor. İkinci hikaye, 20. yüzyılın başlarına denk geliyor, bir müzisyen olan kahramanımızın, yaşadığı dönemin dinamikleri ile olan mücadelesinin yanı sıra, kıskançlık, hırs gibi alt-metinleri içinde barındırarak devam ediyor, üçüncü hikaye 70'li yılların özgürlükçü ortamında bir gazetecinin haklı mücadelesine götürüyor bizi, bu kısım bir şey anlatmaktan çok sıradan bir aksiyon filmi havasında geçiyor. Ardından günümüzde geçen hikaye ise emektar bir yayıncının traji-komik hikayesini anlatıyor. Ardından bizi 2100'lere götüren hikaye ise Wachowski'lerin yeteneklerine şahit olmamız için bize bir fırsat tanıyor ve geleceğin Kore'sinde bir özgürlük mücadelesine tanık oluyoruz. Son olarak ise tarihi belirsiz bir gelecekte, insanlığın primitf çağlara geri döndüğü, din ve mantık çatışmasının gayet güzel işlendiği bir hikaye bizi karşılıyor. Elbette bütün hikayeyi bu sıraya göre izlemiyoruz. Gayet karışık bir kurguya sahip film ancak seyirciyi bir an bile sıkmıyor. İlgiyi daima yüksekte tutuyor ve çarpıcı replikleri ile seyirciye kendini iyi hissettirmeyi başarıyor.

Bütün bu hikayelerin yanı sıra filmin anlatmak istediği bir reenkarnasyon gerçeği de var. Karakterlerin doğum lekeleri, sahip oldukları eşyaların her hikaye de farklı bir şekilde ortaya çıkışı hatta filmin bir kaç karakter etrafında dönmesi ve hayatlarına olan ince uçlu etkileri de cabası. Kimi zaman cinsiyet olarakta, misyon olarakta farklı bir şekilde ortaya çıkan bu karakterlerle, karma felsefesine de göndermeler var. Geçmiş hayatımızda gerçekleştirdiklerimizin gelecek hayatımızda ki yansımalarına şahit oluyoruz. Neredeyse ilk hikayeden beri kötü ruhlu bir karakteri oynayan Hugo Weaving ile bu durum net biçimde ortaya çıkıyor. Hangi karakterin kimi oynadığını söyleyip filmin tadını kaçırmak istemiyorum ancak filmin görselliğini besleyen en önemli unsurunda karakterlere yapılan makyajlar olduğunu da altını çizmek istiyorum. Hatta makyajın başrol oynadığını bile söyleyebilirim. Bütün bunları bir kenara bırakırsak film ilk dakikasından itibaren, " Umut, Gerçek sevgi ve Özgürlük" üzerine söyledikleri ile tüylerinizi diken diken etmeyi başarıyor. Uzun süresine rağmen, tek izlemekle anlaşılabilecek bir film değil Cloud Atlas. Kesinlikle defalarca izlenip üzerine yazılmalı.

Sonuç olarak Cloud Atlas'ın kendiminde sıkça savunduğu bir görüşü dile getirmek üzere çekildiğini düşünüyorum. İnsanoğlunun ilk nefesinden son nefesine kadar sorduğu bazı soruların bir kısım cevapları bu filmde saklı aslında. Kimilerini tatmin etmemiş olabilir ancak, filmde savunulan hayat yuvarlağa yani sonsuza gider söylemine bende kesinlikle katılıyorum. Reenkarnasyon da bunun en iyi destekçisidir. Başlangıçlara ve Sonlara inanmayan biri olarak benimle benzer vizyona sahip insanların olduğunu bilmekte hoş, Pink Floyd'un High Hopes şarkısında Endless River'ı ve vurguladığı yuvarlaklık olgusunu, bir sinema eserinde görmek paha biçilemez. Aydınlanmak, umutlanmak, aşık olmak, mutlu olmak, özgür olmak isteyen, hayatın anlamını arayan herkese öneriyorum, Cloud Atlası'ı, vizyondayken kıymeti bilinmeyen eserlerden birine dönüştüğünü görmek beni üzse de Cloud Atlas, kuşkusuz 2012'nin en farklı ve en çarpıcı işlerinden biri, herkese iyi seyirler, güç sizinle olsun.

Bülten kaydı için tıklayınız