Toplum Kadını Yarattı; Germany, Pale Mother

Özlem Tuğçe KAYMAZ profil resmi

Kategorisi : Avrupa Sineması

Yayınlanma tarihi : 02.06.2012

Etiketleri : Germany, Pale Mother, Almanya, otobiyografik film, feminist film, feminist teori, kişisel bellek, toplumsal bellek, bellek, tarih anlatımı, tarih, savaş, ikinci dünya savaşı


Tarih; her ülkede, millette, kişide farklı yaşanır ve farklı yazılır çünkü insanlar bu tarihleri farklı şekillerde toplar. Bu anlamda savaşlar üzerinde söylenmemiş sözleri bir kadın bakış açısı ile anlatan Germany, Pale Mother filmi de tarihe ve o tarihi yazanlara bir ders verir niteliğinde belleklerin yeniden sorgulanmasını sağlayan bir film. Bu yazıda öncelikli olarak bellek ve tarih ilişkisine değineceğim, sonrasında 1980 ve sonrasında kadın film yapımcı ve yönetmenlerinin bakış açısına değineceğim. Son olarak Germany, Pale Mother filmi üzerinden “toplumun kadını nasıl yarattığı”  üzerinden “kadınlık-annelik” temsiline değineceğim.

 

Tarih; geçmişin hikayesini anlatan ve toplumsal hafızayla birlikte kişisel hafızayı da birlikte barındıran bir olgudur. Geçmiş; anılarla birlikte “acıları” da barındırır. Kişisel hafıza ve anılar bir anlamda toplumsal hafızanın bir parçasıdır. Bir başka değişle toplumsal hafıza, toplumu derinden etkileyen olayları ve durumları barındırırken aynı zamanda da kişisel anıları da depolar. Bellek aslında çekmeceli bir dolap gibidir, hiçbir şey silinmez, sadece geriye itilir, bu anlamda da bir resim, müzik, film ya da yazı ile karşılaşıldığında geriye itilmiş olan bu anlılar yeniden çağrılır ve hatırlamaya yol açar. Bunun aksine toplumsal hafıza geri çağırımdan çok her zaman hatırlama ve hatırlatmaya çalışılan bir yapıya sahiptir. Anıtlar, marşlar, törenler, anma günleri ve destanlar gibi bir çok şey toplumsal olayların, savaşların, zaferlerin, önemli günlerin hatırlanmasına hatta hiç unutulmamasına neden olur. Bu hatırlatma –canlı tutma- şekli sürekli göz önünde tutarak gerçekleştirilirken, kişisel bellek bilinçdışına itilmiş olay ya da hatıraların anımsatılmasıyla ortaya çıkar. Yani gerçek anlamda hiçbir şey unutulmaz sadece çekmecelere kaldırılır ve bellekten geri çağırma ile çekmeceden çıkartılır. Bu yüzden bellek anılarla birlikte kişinin acılarının da deposu olur. Bu acılar bazen toplumun bazense hem toplumun hem de kişinin belleğinde derin bir yere sahip olur. Bu bağlamda da filmler, belgeseller, fotoğraflar, anıtlar bu acıların hem tesellisi olur hem de sözcüsü olur.

 

Bu noktada Germany,Pale Mother filmi de hem toplumdal bir acıya hem de kişisel bir acıya iki farklı bakış açısı ile ışık tutmaktadır. Film bir kadının eşinin Nazi’lere katılmasıyla geride kızı birlikte verdiği hayat mücadelesini konu almaktadır. Ancak Nazi Almanya’sı hakkında daha önce söylenmiş sözlerin dışında, bir kadın gözüyle hayatın, savaşın, insanlığın dramını gözler önüne seren film, savaştan kısa bir süre hayatını kaybeden Lene’nin kızı olan Anna tarafından anlatılmaktadır. Kişisel bir film olduğu üzerinde oldukça çok tartışma bulunan film; toplumun göz ardı ettiği acıları ve savaş döneminde belki de en çok acıyı çeken çocuklar ve kadınlar adına bir söylemde bulunuyor.

 

1980’lerin başı kadın film yapımcıları ve yönetmeleri açısından oldukça verimli bir dönem olmuştur. Kadın yönetmenler farklı bakış açılarını, toplumun söylenmemiş ve anlatılmamış hikayeleri üzerinden göstermişler ve otobiyografik hikayeler anlatma şansı bulmuşlardır. bu dönemde kadın yönetmenler otobiyografiyi tarihsel anlatımla bir araya getirerek, tarihte göz ardı edilmiş kimlikler üzerinde durmuş ve kadın temsillerini anlatmışlardır. Tarih içerisinde özellikle savaşlar sırasında kadınların durumu ile ilgili oldukça az film vardır, bu dönemde otobiyografik filmlerle birlikte kadınların kayıp hikayelerine yer verilmiş, kültür ve kadınlık arasındaki ilişki hakkında filmler yapılmıştır (Hake, 2008:177). Bu anlamda Germany, Pale Mother filmi kadınlık, annelik, tarih, toplumun önyargıları, çocukluk gibi temalar üzerinden “erkeklerin savaşında” bir kadın kahramanın hikayesine yer vermiştir.

 

Anlatım Stili

Germany, Pale Mother Helma Sanders tarafından yönetilmiştir. İkinci Dünya savaşı sırasında kızı Anna ile anne Lene’nin hayatta kalma hikayeleri Anna’nın kimi zaman kendi için dünyasını kimi zamansa annesinin duygularını seslendirmesiyle belgesel gibi anlatılıyor. Film dönem Almanya’sının tarihini anlatıyor, ancak tarih hiçbir zaman objektif olamaz ve anlatılamaz bu yüzden de tarih anlatıcının bakış açısını taşır. Bu filmde anlatıcı Anna annesinin yaşadıklarını onun bakış açısından bir kadın gözüyle ortaya koyuyor, bu anlamda da film feminist bir bakış açısına sahip ve oldukça kişisel bir anlatımı var.

Anna’nın annesi Lene, “gerçek Alman kadınını” temsil etmektedir, gerçek Alman kadını; korkusuz, güçlü, ailesini koruyabilen, kendini koyabilen bir kadındır. Kadınlık bu açıdan “ana vatanı” da temsil etmektedir. Koruyan, kollayan, barındıran ve esirgeyen bir yapıyla kadınlık olgusu ana vatan olgusuyla özdeşleşmektedir. Yani Lene ana vatan olgusunun bir parçası olarak Hans’a göre; güçlü, kuvvetli, cesur ve annedir. Anna da annesini bu kalıplar içinde görerek onu bir kahraman olarak sunarken aynı zamanda da toplumun kadınlık olgusunu da sunmuş oluyor. Örneğin, filmin ilk sahnesinde iki tane adam kayıkta kürek çekmektedir, köpek sesiyle birlikte onlarda o yöne doğru bakmaya başlar ve o sırada köpek kadına saldırmaktadır. Köpeği bir tane Nazi askeri tutmaktadır ve askerler kadınla dalga geçmektedir. Kadın köpekten korkmayarak onun üstüne doğru gider ve o sırada köpek kadının elbisesinin bir parçasını ısırarak koparır. Kadın arkasını dönüp gider ve adamlar yorum yapmaya devam eder; “gerçek bir Alman kadını”. Lene bu şekilde basma kalıp bir çok şeye karşı çıkarak kadının güçlü ve yenilmez bir parçası olmuştur ancak yine de yeni bir basma kalıplığın parçası olmaktan kurtulamamış ve gerçek Alman kadını olmuştur. Bu noktada “gerçek” belki de en önemli kelime oluyor, çünkü bu sekansın hemen ardından Anna annesiyle olan ilişkisinin başlangıcını anlatır gibi ona ilk öğüdü anlatır; “anne… sessiz olmayı öğreneceksin, konuşacaksın, kendi dilinle, zamanla…” sessiz olmayı öğrenmek toplumun kadını nasıl şekillendirdiğinin bir göstergesiyken, kadınların da bu durum karşısında çaresizce çocuklarının bu dürtüler doğrultusunda yetiştirdiğinin göstergesi oluyor.

Dış ses olarak hem annesini hem de kendini ve acılarını anlatan Anna, bu filmle birlikte kendi kişisel geçmişinin çekmecelerinin derinliklerinden acılarını çağırmaktadır (Knight, 2004:67). Yani kendi hikayesinin anlatan biri olarak, hem kendi geçmişiyle hem de ailesi- ana vatanı- ile bir yüzleşme yaşamaktadır.

 

Acılı Annenin Sunumu

Klasik film anlatımında kadınlar her zaman erkeğin varlığının bir parçası olmuştur. Kadınlar ataerkil sistemin bakış açısını taşıyarak bireysel hareket edememiş ve bu durumda da sinemada da kadınlık temsili erkeğin –kahramanın- varlığına bağlı olarak gelişmiş ve çok daha pasif –öteki- olarak sunulmuştur. Bu yüzden de klasik film anlatımında kadın erkeğin bakış açısının kurbanı olarak sunulmuştur. Ancak bu film erkek bakış açısının hazzına yönelik bir çekim ve anlatım kullanmamak oldukça emek harcamıştır.

Örneğin; kocası Nazi askerlerine katıldıktan sonra çok zor koşullar altında kalan Lene kızı Anna’yı da alarak daha güvenli bir yere doğru göç etmeye başlar. Bu sırada geçtikleri yıkık dökün evler ve fabrikalardan birinde Lene, Anna’nın gözü önünde tecavüze uğrar. Bu sahne filmin belki de en etkileyici sahnelerinden biridir çünkü, klasik film anlatımında erkeğin hazzına yönelik kameranın konumu bu sahnede tamamen Anna’nın annesine korkulu gözlerle bakışını gösterir ve hiçbir şekilde tecavüz eden adamlarla özdeşleşme sağlayacak bir kamera pozisyonu olmaz. Seyirci ne olduğunu Lene’nin nasıl bir pozisyonda olduğunu hiçbir zaman görmez ancak olanlar çok net bir şekilde ortadır.

Bu sahnenin sonunda Anna yerde yatan annesinin yanına gider ve farkında olmadan ona destek olur. Bu sırada Lene toplumun kadını nasıl yarattığını bir kez daha ortaya koyar ve kadının seyirci önünde nasıl temsil edildiğini ifade eder. Bu anlamda annelik olgusunun kaybolmaması adına tecavüze uğradığını dahi göstermez ve gücünü, anneliğin getirdiği saflı ve temizliğin kaybolmamasını sağlar, yani bir anlamda kadının obje haline getirmezken,  toplumunda önem verdiği değer yargılarına destek çıkar. Bu tecavüz sahnesinin ardından Lene yoluna devam eder, hiç kimseye yaşadıkları ile ilgili bir şey söylemez ve herkesten bu konuyu saklar.

Daha önce bu sahnenin filmdeki en önemli sahnelerden biri olduğunu söylemiştim, özellikle tecavüz sahnesindeki anlatım stili filmin genel anlatım dilini ifade ediyor. Ancak filmin anlatım dili ne kadar feminist olursa olsun, filmin sonunu değiştiremiyor. Çünkü klasik film anlatımında eğer kadın tecavüze uğrarsa ya toplum tarafından cezalandırılır, yani öldürülür ya da kocası tarafından terk edilir ya da kendi kendine toplum karşında baskılara yanamayarak kendi “namusunu” kendi temizlemek adına intihar eder. Bu filmin sonunda da Lene intihar girişimin de bulunacaktır, ancak buna ilerleyen bölümlerde daha detaylı değineceğim.

 

Lene’nin kocası Hans savaştan döndüğünde  Lene ile aralarında bir problem olduğu çok belli olur çünkü Lene kocasına hiçbir şey anlatamaz ve kocası ile birlikte olamaz. Bu durum karşısında kocası ona sürekli olarak onu aldattığı yönünde ithamlarda bulunsa da Lene hiçbir şekilde durumu ona anlatmaz. Bu noktadan sonra kendini ve yaşadıklarını ifade edemeyen Lene klasik film anlatımında görmeye alışkın olduğumuz, “histerik” kadın temsili ile karşımıza çıkar. Sürekli olarak içki içmektedir ve kocasına saldırmaktadır. Aslında Lene yaşadığı olaylardan ve haksızlıklardan dolayı yorulmuş ve iç gücünü kaybetmeye başlamıştır, kocasının sevgisiz tavırlarıyla birlikte bu durum onu içinden çıkılmaz bir hale getirir. Bu durumda Lene felç geçirir ve yüzünün bir kısmını kullanamaz. Bu felç görsel anlamda Lene’nin kendi içinde yaşadığı aksaklıkları, içinden çıkılmaz olan durumu, kendini ifade edemeyişinin bedenine yansıması olarak değerlendirebiliriz. Bu anlamda da sağlıklı bir şekilde konuşamayan Lene yine sırlarıyla çok daha histerik bir temsilde sunulmaktadır.

 

Kimin hikayesi/ Filmin bakış açısı

Film hem Anna’nın hem de Lene’nin hikayesini anlatıyor çünkü birlikte çıktıkları yolda, birlikte verdikleri yaşam mücadelesini gösteriyor. Aynı zamanda film anlatım dili ile de her ikisi ile özdeşleşilmesini sağlıyor, çünkü -voice over- üst ses/iç ses hem Anna’nın hem de Lene’nin sesi ancak filmin bütünü Anna tarafından anlatılıyor ve çoğu zaman annesinin duygularını Anna dile getiriyor. Bir alamda Anna’nın sesi annesinin kişisel tarihini anlatıyor ve kendi belleğinde de yer edinmiş olaylarla bu şekilde yüzleşiyor. Bu açıdan film Anna’nın bakış açısıyla anlatılmaktadır, yani yaşanan olaylar onun kendi belleğinde yer edindiği şekliyle sunulmaktadır. Örneğin, babası ordudan geldiğinde babasına sarılamaz ve onu istemez, bunu şu sözleriyle belirtir; “I don’t know him”- onu tanımıyorum/bilmiyorum, Anna sadece annesini biliyor ve onu tanıyordu çünkü doğduğundan beri annesinden başka kimseyi tanımamıştı ve o onun kahramanıydı. Bu yüzden kendini babasına karşı yabancı hissediyordu ve annesini de babasıyla paylaşamıyordu. Annesi babasıyla uyumak istediğinde buna müsaade etmeyip hemen ağlamaya başlar ve iç sesiyle neler hissettiğini anlattr;

Anna: (ağlayarak) onu kıskanıyordum… o da beni… ( Lene kalkar ve onu kucağına alır) işte istediğim tam buydu, ama onun değil… onu tanımıyorum…

Hans (babası): bütün gece burada mı olmak zorunda?

Lene: çok sinirli ve endişeli, hava saldırıları onu çok etkiliyor… (58.40).

Bu sahne filmin bakış açısını bir anlamda ortaya koyuyor çünkü iç ses gösteriyor ki filmi Anna anlatıyor ve onun kişisel belleğinde yer edinmiş anılar gösteriliyor ancak bir başka değişle Anna kendi anılarını kahramanı olan annesi üzerinden dile getiriyor, yani bu durumda anlatıcı olan Anna hem kendisinin hikayesinin anlatıyor hem de annesinin ama bunu yaparken çoğunlukla kendi bakış açısını kullanıyor.

Bir diğer önemli örnek ise filmin sonudur. Lene kocasının sevgisizliğinden ve ilgisizliğinden bunalmış ve isyan etmiştir. Geçirdiği felç yüzünden kendini yarım hissetmekte ve hala yaşadıkları anlatamamaktadır. Kocasıyla ettiği kavganın ardından, banyoya gider ve gazı açar, Anna’yı dışarı çıkartır ve kapıyı kilitler. Anna kapının arkasında dakikalarca bekler ve annesine dışarı çıkması için yalvarır, kapıya vurur, ağlar. Yetişkinin Anna’nın belleğinde annesinin halen daha orada olup olmadığı net değildir. Çünkü Lene kapıyı açar ve Anna annesine kavuşur ancak iç sesi Lene’nin oradan çıktığını ancak hiçbir zaman gerçek anlamda bir daha onunla olmadığını ifade etmektedir;

Anna: Lene kapıyı açmadan uzun zaman önce, bazen düşündüm o hala orada diye. Ben hala dışarıda oturuyorum ve o hiçbir zaman dışarı çıkmadı. Ben yalnız başıma büyümek zorunda kaldım, ama o, o hala orada, Lene hala orada.  Lene intihar etmemiş olabilir ancak hiçbir zaman da eskisi gibi olmadığı Anna’nın sözlerinden anlaşılmaktadır.

   

 

Bu son oldukça dramatik ve Anna’nın kişisel belleğinde yer etmiş bir sondur. Annesinin acılarına, yaşadıklarına şahitlik etmiş olan Anna onun hikayesini anlatırken kendi acılarını ve hesaplaşmalarını da ortaya koymuştur. Bu anlamda da film otobiyografik bir filmdir. Filmin sonunda anlatı; “ film bir açıdan Lene’nin, bir başka açıdan Anna’nın hikayesi ve Anna içindir”, bu da gösteriyor ki film her ikisi içinde vardır.

Bir başka bakış açısıyla film o dönemde yaşamış olan tüm Alman kadınları için olabilir. Çünkü savaşı Anna ve Lene gibi yaşayan, kadınların, çocukların, yaşlıların hikayesi anlatılmaktadır. Yani sadece kişisel belleklerde yer edinmiş hatıralar içindeki acılara değil, toplum tarafından unutulmuş “savaş gazilerinin” yani kadınların toplumun belleğindeki acıları dile getirilişidir.

Sonuç olarak, bu film anlatım dili açısından yani, kamera pozisyonları, iç ses, olay görgüsü ve yönetmenin bakış açısıyla feminist bir filmdir. Erkek hazzına yönelik hiç sahne olmadığı gibi, Lene’nin yaşadığı duyguları dile getirmek adına iç ses hep bir kadın gözünden anlatmaktadır. Toplumun kadını nasıl yarattığı ve kültürel kodların kadınların günlük hayatta var oluşlarını nasıl şekillendirdiğine dair oldukça başarılı bir örnek olan bu film, “gerçek Alman kadın” vurgusuyla, anneliğin fedakar yanlarının gösterimiyle, anneliğin temizliğine yaptığı vurguyla sadece kadının değil anneliğinde toplum tarafından nasıl algılandığı ve nasıl olması gerektiğini gösteriyor. Çünkü Lene kadın olmaktan önce bir annedir ve yaşadığı tüm kötü olaylara rağmen kendi tercihlerini yapamaz, artık özgür değil bir annedir ve intihar dahi edemez. O kapıdan çıkmış olsa dahi ruhu çoktan ölmüş sadece bir anne olarak hayatına devam etmiştir.

Sonuç olarak klasik film anlatımından bir çok yönden farklı olan Germany, Pale Mother filmi, bir dönemin sessizliğine bürünmüş, toplumsal hafıza tarafından göz ardı edilmiş kadınların hikayelerini ve kadının varlığının ata erkil düzen içinde nasıl şekillendiğini annesi ve kendisinin hikayesi üzeriden kendi bakış açısıyla sunan bir kadın yönetmenin otobiyografik filmidir.

 

KAYNAKÇA

  1. Climo, Jacob,  2002.  Social memory and history : anthropological perspectives. Walnut Creek, C:  AltaMira Press   
  2. Connerton, Paul. 1989. How societies remember. Cambridge: University of Cambridge Press  
  3. Hoffgen, Maggie. 2009. Studying German cinema. Auteur Leighton Buzzar
  4. De Lauretis, Teresa. 1984. Âlice doesn’t: feminism, semiotics, cinema, Bloomington: Indiana University Press
  5. Kaplan, E. Ann. 1983. Women&Fılm Both Sides of The Camera. London: Routlenge
  6. Leo Braudy and Marshall Cohen; Mulvey, Laura. 1999. “Visual Pleasure and Narrative Cinema”. Film Theory and Criticism, Intrıductory Reading. New York: Oxford UP. (833-44)
  7. Mulvey, Laura. 2009. Visual and Other Pleasures, New York: Palgrave Macmillan
  8. Penley, Constance. 1988.  Feminism and film theory, New York: Routledge; London: BFI
  9. Penley, Constance. 1988. Feminisim and Film Theroy. London:  BFI Publishing
  10. Butler, Judith. 2008. Gender Trouble. New York: Routlenge
  11. Hake, Sabine. 2008. German National Cinema. New York: Routledge
  12. Julia Knight, 2004. New German Cinema, İmages of a Generation, New York: Wallflower.

 

 

Bülten kaydı için tıklayınız