FİLM FESTİVALLERİ: KÜLTÜR ŞENLİKLERİ Mİ? SİYASAL POPÜLİZM ARAÇLARI MI?

Murat AKSER profil resmi

Kategorisi : Sinema

Yayınlanma tarihi : 28.02.2012

Etiketleri : ulusal sinema, sinemalar, film festivalleri, altın portakal, altın koza, Antalya film festivali, Adana film festivali, şehirler, ulusal sinema kültürü

Editörün tavsiyesi


 

            2011 yılı Türkiye'de iki büyük ve köklü film festivalinin karşı karşıya gelmesine tanık oldu. Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal film festivalleri yönetmenleri ikiye böldü. Her iki festival de katılımcılardan filmlerinin eğer Türkiye'deki ilk gösterim yapılacaksa festivale gelebilecekleri şartını koymasıyla onları bir tercih yapmaya itti. Altın Portakal'dan iki hafta önce yapılan Altın Koza'ya bilinen yönetmenlerle birlikte ilk defa film yapanlar katılırken, Altın Portakal'da da durum aynıydı. Antalyada festivale katılanlardan yarısından çoğu ilk filmlerini yapan yönetmenlerdi. Tercihini Altın Koza'dan yana yapanlar Altın Portakal şanslarını kaybederken, o güne kadar Türkiye'de bir film festivalinde verilen en yüksek maddi miktardaki ödülleri için yarıştılar. Sinema yazarları ve eleştirmenlere göre bütün zamanların en sönük Altın Portakal'ı yaşanırken yapılan yorumlar bu değişikliğin sebebinin sadece ekonomik olmadığı ayrıca politik de oldu yönündeydi. Adana ekonomik bir duruş yaparken Antalya politik bir duruşu tercih etmişti. Altın Portakal kürt ve kadın sorununu sorgulayan ve ilk defa film yapan yönetmenleri tercih etti.

 

            Film festivallerinin politik popülizm içeren yönü Altın Portakal'ın son iki yılda geçirdiği değişimlerde görülebilir. 2009 yerel seçimlerinde Antalya büyükşehir belediyesi AKP'den CHP'ye geçerken mevcut belediye başkanı Mustafa Akaydın'ın yaptığı ilk icraatlerdan biri de festival yönetimini İstanbul merkezli TÜRSAKtan Antalya merkezli AKSAV'a vermekti. 2005-2008 yıllarında Engin Yiğitgil'in yönetiminde TÜRSAK'ın vizyonu sonucu Altın Portakal Cannes tipi, kırmızı halı galaları olan, Oscarlı sanatçıların prestijli partilerde eğlendiği bir festival formatından çıkarılarak  “Halkın Portakalı” olacaktı. Yenilenen Altın Portakal biletlerin 1 TL olduğu, sanatçıların değil Antalya halkının ön plana çıktığı, galaların akşam değil gündüz olduğu, şaşasız ama paylaşımcı bir yaklaşım sergiledi. Üniversitelerde sinema eğitimi alan öğrencilerin eğitildiği Geleceğin Sinemacıları programı, Türk sinemacılarının Asya pazarına açılmalarına yardımcı olan Uluslararası Avrasya Film Pazarı ve sektördeki ürün kalitesini artırmaya yönelik profesyonel film atölyeleri gibi faaliyetler iptal edildi. Halkın Portakalı adlı halka film yapmayı öğreten programlar yaratıldı.

 

            Altın Koza ise ekonominin siyasetle içiçe olduğunun belirginleştiği bir örnektir. 2009 seçimlerinden sonra yönetimi kısa süre bağımsız olan Aytaç Duraktan AKP'li bir başkana geçmesiyle Altın Koza'nın da kaderi değişti. Önce belediye içi Aytaç Durak sonrası belirsizlik ve iktidar savaşı Altın Koza'nın 2010'da ertelenmesi ve iptalini gündeme getirdi. Ancak 2011'de belediyenin siyasal olarak stabil hale gelmesi ile festivalin kaderi değişti. Para muslukları açıldı (yerel-ulusal sponsorların gücü). Yapılan etkinlik ayısı arttı, Altın Portakal'ın dışladığı yazar, sanatçı ve diğer sinema grupları davet edildi. Sinemanın sorunlarının tartışıldığı dev bir sinema kongresinin yanında Geleceğin Sinemacıları programını lağveden Altın Portakal'a nisbet öğrenci filmleri festivali ve uluslarası yarışma da ön plana çıktı. Tüm bu çekişmeye bakarak yaşananların Türkiye'ye özgü olduğunu düşünmeden önce benzer durumun Montreal ve Toronto, Roma ve Venedik film festivallerinde de yaşanmakta olduğunu belirtmekte yarar var. Festivallerin onları düzenleyen belediyelere neredeyse milyonlarca liralık zarar seviyesinde maddi yük getirdiği de bir gerçek. Ancak son beş yılda Türkiye'de belediye kökenli veya etnik-cinsel-kültürel kimlikle ilgili festivallerde bir patlama yaşanmakta.

 

            Peki film festivallerinin işlevi ne? Film festivallerinin düzenleyen kurumlara ve şehirlere prestij getirdiği varsayılıyor. Ancak düzenleyenlere oldukça pahalıya maloluyolar ve her sene düzenleyen kuruluşu iflasın eşiğine getiriyorlar. Venedik, Cannes, Berlin gibi köklü festivallerin yanında Sundance ve Telluride gibi bağımsız yapımları ön plana çıkaran ve şehirlerin markası haline gelen film festivalleri tüm dünyada 2000li yıllarla birlikte sayıca artmaya başladı. Bu artışa yerel, etnik ve diğer kimlikleri de kapsayan tematik festivaller neden oldu. Şu an Türkiye'deki film festivalleri kapsamlarına ve düzenleyenlere göre çeşitlilik gösteriyor: FIAF'ın akredite ettiği uluslararası festivaller (İstanbul, Ankara, Antalya), bağımsız festivaller (IF!), cinsel kimlik (Uçan Süpürge, Filmmor), etnik (Yılmaz Güney Kürt Filmleri), bölgesel (Sinemardin), meslek grupları (Dünya Göz), liseler (İstanbul Erkek), kısa (İzmir, Yıldız), belgesel (Altınsafran), mobil (Gezici) gibi festivaller bulunmakta. İllerin yanında ilçeler de birbirleriyle film festivali düzenleme yarışında. Film festivalleri aslında ekonomik, politik ve kültürel olarak şu sonuçlara neden olmakta:

 

a-Film festivalleri şehirleri görünür kılar: Turistik bir reklam türü olarak her ne kadar pahalıya mal olsalar da film festivalleri düzenlendikleri şehrin adını ülke çapında ve bazen de uluslararası olarak öne çıkarıyor. Bugün Cannes şehri festivali ile anılıyor. Adana, Bursa tüm sanayi üretimlerine karşın  ülkede kültürle de uğraşan insanların yaşadığı şehirler olmanın hazzını film festivalleri üzerinden tatmak istiyor.

 

b-film festivalleri ulusal kahramanlar üretir: Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu ve Reha Erdem film festivallerinde aldıkları ödüllerle tanınmışlar, yerel ödüllerine uluslararası ödüller de ekledikçe kültürel alanda ortalama vatandaşın adını bildiği (ama filmini izlemediği) ulusal kahramanlara dönüşmüşlerdir.

 

c-film festivalleri uluslararası bir sinema dilinin oluşumunu sağlar: Film festivalleri piyasa şartlarında Amerikan filmleriyle yarışamayacak Avrupa ve Asya filmlerini seyircilere sunarak onların dünyaya bakışlarını değiştirmekle beraber aynı zamanda verdikleri ödüllerle ve desteklerle yeni sanat filmi projelerini ve estetik olarak yapılış biçimlerini etkiliyorlar. Özellikle son on yılda uluslararası ödül alan Türkiye'li yönetmenlerin bir sonraki projeleri Berlin, Saraybosna ve Rotterdam (Seyfi Teoman, Özcan Alper) gibi film destekleme ve geliştirme fonlarının olduğu festivallerden destek alarak yapılıyor. Bu desteğin doğal sonucu olarak da bu filmler uluslararası festival filmleri dili ve estetiğinin oluşmasına katkıda bulunuyor.

 

d-film festivalleri ulusal sinema kültürünün korunmasını sağlar: Film festivalleri eski ve unutulmuş Türk filmlerinin restorasyonuna ve yeni formatlarda halka sunulmasına ve bu sebeple ulusal sinema kültürünün korunmasına neden oluyor. Fatih Akın'ın Martin Scorsese ile ortaklaşa kurduğu Dünya Sinema Vakfı'nın her yıl bir Türk filmini restore etmesi (Susuz Yaz, Hudutların Kanunu), tüm Yılmaz Güney filmlerinin restorasyonu ya da roman yazarı-gazeteci İlhami Algör'ün hazırladığı 80'li yıllarda Türk Sinemasında Kadınlar box seti bu tür bir kültür mirasını koruma örnekleri. AKSAV-SİYAD işbirliği ile çıkan Türk sinemasının onyılları serisi de ortak çalışmanın yararlrına örnek. Oysa birbirleriyle çekişen ve yararı zarara dönüştüren örnekler yok mu? Her yıl ekim ayında olduğu bilinen Altın Portakal'da yarışma dışı ama vizyon öncesi gösterilen yabancı ödüllü filmler İKSV'nin Film Ekimi programını oluşturuyor. TÜRSAK'tan Altın Portakalı alan AKSAV ise TÜRKSAK'ın Yeşilçam Ödülleri'ne karşılık İsmail Cem Televizyon Ödülleri'ni yaratıyor.

 

            Sonuçta Türkiye'deki film festivalleri ne yapmayı amaçlıyor? Düzenlendikleri şehre ekonomik katkı yapmayı, vatandaşa kültür hizmeti sunmayı, yerel ve ulusal siyasette öne çıkan belediyeci ve bürokratlar yaratmayı, sinema kültürünü tanıtmayı ve yaşatmayı, sanatçıları onurlandırmayı mı? Türkiye'deki film festivallerinin hepsi de bu amaçlardan biri veya birkaçını gerçekleştrmeyi hedefliyor. Ancak tüm bu hedefleri biraraya getiren festival yok (İKSV ve TÜRSAK çok çabalıyor). Film festivalleri görünürde vakıflarca düzenlenmekte ise de şehir belediyeleri ve politik-bürokratik kadrolarıyla içiçe olmak zorunda. Seçimle gelen farklı bir iktidar tüm kazanımları silip götürebiliyor. Oysa bir başka festival Toronto Uluslararası Film Festivali 35 yıldır bağımsız bir vakıf tarafından yönetiliyor. Belediye, eyalet ve federal desteğe sahip. Ulusal sponsoru Bell ve Visa. Faaliyetleri yıl boyu sürüyor, festival merkezi, sinema salonları, sinemateki, gezici festivali, yayınevi, Hollywood galaları, film pazarı, söyleşileri, atölyeleri, müzesi, konukevi, kısa film, belgesel, yerel ve sanat filmleri gösterimleri var. Maddi ödülü yok, halk jürisi var. Her filmin basın, sektör ve üç tane halk gösterimi var, biletsiz kalmak mümkün değil. Belki de Türkiye'deki film festivalleri bu tür bir modeli, siyasetin ve ekonominin dikte etmediği bir film festivalini daha çok hakediyor.

 

 

Kaynakça:

Marijke de Valck. Film Festivals: From European Geopolitics to Gobal Cinephilia, Amsterdam University Press, 2008.

 

Dina Iordanova, and Ragan Rhyne eds. Film Festival Yearbook 1: The Festival Circuit. St. Andrews: St. Andrews Film Studies, 2009.

 

Kenneth Turan. Sundance to Sarajevo: Film Festivals and the World They Made, University of California Press, 2003.

 

Richard Porton ed. Dekalog 3: On Film Festivals. London: Wallflower, 2009.

 

Julian Stringer. “Regarding Film Festivals.” Dissertation. Indiana University, Department of Comparative Literature. (Aug. 2003).

 

Cindy Wong. Film Festivals: Culture, People, and Power on the Global Screen, Rutgers University Press, 2011.

 

Bülten kaydı için tıklayınız