SİNEMA NE DEĞİLDİR?

Tuba AYDIN profil resmi

Kategorisi : Sinema

Yayınlanma tarihi : 21.02.2012

Etiketleri : sinema, gerçek, hayal, inanma, tarih, yansıma, yokluk, yönetmen, insan


SİNEMA NE DEĞİLDİR?

 

Sinema yapılmaya başlandığından bugüne kadar geçen yüz yıl boyunca sanatçıların ve yazarların bu sanat hakkındaki anlayışları hep gerçeğin optik-mekanik bir yöntemle film üzerinde yeniden çoğaltıldığı, üretildiği olgusundan yola çıkar.

Sinemada, gerçek zamana göre onunla bağdaşmayan farklı bir zaman yaratılabilir. Çekilen filmlerin, olayların gerçek süresine uymayan bir zaman anlayışına göre filmi oluşturma olanağı giderek gelişir ve filmin gerçek zamana göre bağımsız, kendi zamanının var olduğu anlaşılır. Sinema, salt olan biteni çeken, saf gerçekçi bir belgesel anlayışından ve yalnızca olan biteni saptayan bir araç olarak gören düşünceden oldukça uzak bir yaklaşımdır.

Diğer taraftan sinema, gerçeğin sinemayla yeniden oluşturulmasında bir araç ve bir dil olarak da çok önem taşımaktadır. Sadece yaşamı oluş halinde yakalamak için değil; insanları maskeleri olmadan, makyajsız göstermek, onları oyunculuk yapmadığı sırada kameranın gözüyle yakalamak, onların düşüncelerini kamera ile açığa çıkarıp okumak için de vardır.

Sinema görünmezi görünür kılar, karanlıkta olanı aydınlatır, saklı olanı açığa çıkarır, gizlenenin maskesini düşürür, masalı gerçek, yalanı doğru yapar. Yani sinema perdede gerçeğin gösterilmesi biçimidir, gerçek değildir...

Sinema gözün görmediği şeydir, zamanın mikroskobu ve teleskopudur. Zamanın negatifidir... Uçsuz bucaksız bir görme olanağıdır... Bir kameranın uzaktan kumandasıdır, tele gözüdür, yaşamın oluş halinde yakalanmasıdır... Sinema; bütün bu çeşitli tanımlamaların birbirini tamamladığı, gerçeği yoklama ve göstermeye yarayan bütün yol ve yöntemlerdir...

Sinema yaşam değildir. Sovyet biçimcileri, yaşamın yeniden üretilmesi olan sinemanın, yaşam olmadığını bu kadar açık bir şekilde ortaya ilk koyanlardandır. Bu şekilde onlar, bugün de sinema alanında çok yaygın olan ve Fransız izlenimcilerinin öne sürdükleri fotojeniye dayanan doğacı (natüralist) yaklaşımın aşılmasını önerirler. 

Eski sinemada var olan sinemanın eksikliklerini, yani renklerin olamamasını, sessiz olmasını, üç boyutlu olmamasını; gerçeği doğrudan olduğu gibi saptamanın ötesine geçmeye zorlamaktadır. Bu sebeple sinema GERÇEK DEĞİLDİR. Ama gerçek etkisi sinemada olağanüstü güçlüdür. Seyircilere insan ürünü bir şey karşısında olduklarını unutturur, onlara filmdeki gerçekliğin realitesine inandırır.

Sinemada gerçekçiliğe Andrê Bazin tarafından bakmak gerekirse; Bazin, "Sinemanın kökeninde insanın müdahalesi olmadan gerçekleşen bir mekanizma vardır. Bu da sinemada gerçeğin güçlü bir şekilde var olduğunun yeni kanıtıdır. Ve seyirciye de gerçek etkisi olarak yansımaktadır. Sinema gerçekle çerçevelenmiş gibidir; optik ve mekanik işleyişi insanın (yönetmen ya da kameraman) öznel katkılarının dışında gerçekleşir, yalnızca yansıtılıyor olsalar da seyircinin psikolojisi üzerindeki etkileri nedeniyle gerçekten var olduklarına inanmayı sağlar. Fakat asla gerçek değildir" demektedir.

Yeniden üretme yeteneğinin ilk etkisini, her izleyici çok yakından bilir. İzleyici bir film ya da tiyatro seyrederken gördüğü şeylerin gerçekten olduğuna inanır. İşte sinemada gerçek etkisi ya da gerçek izlenimi denilen şey budur. İzleyici flycam ile çekilmiş, genel bir şehir görüntüsü seyrederken gerçekten kendini o yükseklikte hisseder. Ya da hararetli bir tartışma görüntüsü seyirciyi tartışmanın içine dâhil eder. Bu da sinemanın gerçek olmasa da gerçekçi olduğunun kanıtıdır.

Diğer yandan sinema tiyatro da değildir. Tiyatronun, doğrudan doğruya söze dayanan bir sanat olmasına karşılık, sinema görsel bir sanattır. Bir sahne oyuncusu kendisini sahnenin bir ucunda bulduğu vakit, gerekli sayıdaki adımları atmadan sahnenin öbür ucuna gidemez. Bu çeşit yol alışlar ve aralar, gerçek uzay ve gerçek zaman kanunlarına bağlı kaçınılmaz şeylerdir. Tiyatro yönetmeni bu kanunlara daima boyun eğer ve hiçbir vakit bunları çiğneyebilecek durumda değildir. Öte yandan film yönetmeninin çalışmasında, ham malzemenin, üzerine çeşitli görüş noktalarının, olgunun ayrı ayrı hareketlerinin saptandığı bu selüloit parçalarından başka bir şey olmadığı ortaya çıkar. Böylece, film yönetmeninin malzemesi, gerçek uzay ve gerçek zamanda meydana gelen gerçek süreçler değil, fakat bu süreçlerin üzerine kaydedildiği parçalardan meydana gelir. Her ne kadar tiyatro yönetmeni için iki komşu perdeyi zaman açısından yakınlaştırmak olanaklıysa da, yine de bunu tek bir sahne içindeki ayrı ayrı olaylarda uygulayamaz. Film yönetmeniyse, tersine, yalnız ayrı ayrı olayları değil, hatta aynı insanın hareketlerini bile zaman içinde yoğunlaştırabilir. Çok kez film hilesi diye nitelenen bu işlem, gerçekte filimsel anlatımın kendine özgü yöntemlerinden başka bir şey değildir.

Sinema bir roman da değildir. Roman her şeyden önce hacim bakımından filmden daha büyüktür. Normal uzunlukta bir film 80-90 dakika kadar sürer, iki saati aşan bir film uzun bir film sayılabilir. Oysaki 200-300 sayfalık bir romanın okunuşu 7-8 saat sürer. Bununla birlikte bir film uzun hikâyeden alındığı vakit bile onu aynı şekilde çekmez. Çünkü ikisinin anlatım özellikleri farklıdır. Yazarla sinema yaratıcısının arasındaki fark da buradan çıkar. Yazarın belli bir eşyayı (somut kavramı) anlatması için kelime yığınına başvurması gerekebilir, buna karşılık sinemacı bu eşyayı tek bir görüntüyle ortaya koyabilir. Fakat öte yandan yazarın birkaç cümle ile anlattığı psikolojik durumu perdede gösterebilmesi için de sinemacı uzun bir görüntüler dizisine başvurmak zorunda kalabilir. 

Sinemada gerçek izlenimi konusundaki bu yaklaşımlardan yola çıkacak olursak; seyirci gördüğünün gerçek olmadığını, yönetmenin oluşturduğu hareket halindeki fotoğraflarla unutur. Böylece filmin nelerle oluşturulduğundan uzaklaşır, dolayısıyla filmin, oluşturulan bir yapıt olmasına bağlı olan bütün temel anlamları göz ardı edilir. Salt seyreden olur, anlatılan öykünün dünyasını gerçek olarak görür ve de gördükleri karşısında hiçbir zaman etkin bir konuma giremez.

Sinemada hiçbir şey doğal değildir. Her şey ona özgü zamana ve mekâna göre uydurulmuştur. Sinema yaşam değildir, yaşamın oluş halinde yakalanmasıdır. Perdede gerçeğin gösterilmesi biçimidir, gerçek değildir, hiçbir zaman olmayacaktır... Ancak izleyiciyi her zaman diğer sanat dallarından fazla etkilemeye ve gerçekliğine inandırmaya devam edecektir…

Bülten kaydı için tıklayınız