BİG BROTHER’IN GÖZÜNDEN REAR WİNDOW

Tuba AYDIN profil resmi

Kategorisi : Sinema ve Psikoloji

Yayınlanma tarihi : 06.05.2013

Etiketleri : rear window, arka pencere, hitchcock, george orwell, big brother, gözetlemek, ifşa, röntgenlemek, bin dokuz yüz seksen dört


Bin dokuz yüz seksen dört, George Orwell tarafından kaleme alınmış alegorik politik bir romandır. Distopik bir hikâyesi vardır. Özellikle kitapta tanımlanan Big Brother ve düşünce polisi gibi kavramlar günümüzde sıklıkla kullanılan terimlerdir. 1949'da basılan roman, Avrupa'daki Son Adam (The Last Man in Europe) ismiyle yazılmıştır. Ancak daha sonra pazarlama meseleleri nedeniyle adı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört olarak değiştirilmiştir.

Kitap komünizm ve faşizme bir eleştiridir. Totaliter bir merkezi tek partinin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile hayatın manipüle edilmesi konu edilir. Çiftdüşün gibi teknikler ile iki karşıt kavram bir araya getirilerek kişinin bariz gerçeğe aykırı olanı kabul etmesi beklenir. Böylece düşünce ve yaşam sistemi daraltılarak yok edilir, birey kavramı sistem içinde eritilerek iktidara boyun eğen kurbanlar yetiştirilir. Sisteme göre (otoriteye) merkez partiye bağlılığını göstermesi için kişinin gerekirse akla aykırı olanı bile doğru kabul etmesi gerekir. (insanın 6 parmağının var olduğu gibi)

İktidarlar, otoriteler veya sistem adına her ne denirse densin birileri tarafından sürekli takip edilme hissi, yaşanılan hayatın gerçek olmadığı, her şeyin bir simülasyondan ibaret olduğu duygusu kitabın kilit noktasıdır. Sürekli olarak izlenildiği ve birey olarak bağımsız hiç bir şeyin yapılamayacağı, ancak sistem izin verdiği ölçüde (yine ona yani Big Brother'a hizmet etmek için) yaşanılabileceği düşüncesini vurgular.

Kitabın içerdiği terminoloji mahremiyet tartışmalarında sıklıkla ortaya atılmış ve özellikle de Big Brother kavramı kalıplaşmıştır.

Gözetleme ve gözlenme denilince akla ilk gelen aygıtlardan biri kameralar yani daha geniş anlamı ile sinemadır. Pek çok sinema kuramcısı, sinemanın aslında röntgenlemek demek olduğunu söyler. Karanlık salonda oturup kendisini seyrettiğinin farkında olmayan oyuncuyu röntgenleyen izleyici bu sayede katarsis yaşar. Oyuncu izleyicinin kendisini izlediğini görmez, seyircinin karşısında bu nedenle soyunur, her türlü hatayı yapar, hatta kimsenin bilmesini istemediği sırlarını ifşa eder. İzleyici de karanlık ve güvenli salonunda kameraya doğrudan bakmayan oyuncuyu “dikizlemekten” haz alır. Böylece hem röntgenci olur hem de oyuncunun yaşamına dair onun bilmediği vakıf olamadığı olayları bilerek, görerek, duyarak Tanrı olma sanrısını gerçekleştirir.

Sinema ve gözetleme bağlamından yola çıkılırsa Alfred Hitchcock'un filmleri çok güzel örneklem oluşturur. Hitchcock'un neredeyse tüm filmlerinde gözetleme teması yer alsa da en yoğun olarak kullandığı filmi Rear Window'dur. Filmin tamamı gözlenme, gözetlenme, gözetleme ve ifşa etmek üzerine kuruludur.

Kült film denilince akla ilk gelen filmlerden olan Rear Window 1954'de çekilmiştir. James Stewart ve Grace Kelly'nin başrollerini paylaştığı film mesleği fotoğrafçılık olan ve bir iş kazası geçirip 1,5-2 ay kadar ayağı alçıya alınan Jeff'in Arka Pencere'sinden komşularının hayatlarını röntgenlemesi ve bir cinayeti çözmesini konu alır.

Filmi Big Brother kavramlarının dışında ayrıca merak, gözetleme, röntgenleme, libidonun inişi çıkışı, geciken haz kavramları üzerinden de inceleyebiliriz.

Hitchcock; Jefferies ile sinemadaki izleyiciyi, sinema salonu ile avluyu özdeşleştirir. Jefferies'in gördükleri kendi arzularının yansımalarıdır.[1] Paralellik bir noktaya kadar çok hoştur. Jefferies kendisiyle bu güne kadar uzlaşamamış bir insan olarak sunulur. Kendini tanımaması ve buna bağlı olarak kompülsif[2] davranışa kayma eğilimi onu bir arketip yapar.

Film başladığında ilk sekanslar avluda gezinen kamerayla açılır. Jeneriğin hemen ardından gelen bu sekanslar ile yönetmen izleyiciyi bilgi sahibi yaparken bir taraftan da röntgenlemeye başlatır. Henüz başkarakter Jefferies'i görmeden daha doğrusu onunla röntgenlemeye başlamadan avlunun etrafında yaşayan komşuları gözetlemeye başlarız. Jeferries'i gördüğümüzde ise onun uyuduğunu fark ederiz. Bu da kameranın başkarakterin değil doğrudan izleyicinin gözü olduğunu kanıtlar. Kamera Jefferies'in evinde de gezmeyi sürdürür. Onun eşyalarını ve yaşadığı evi gözetler onun hakkında da bilgi sahibi oluruz. Eksik olan tüm bilgiler röntgenliğinde başkarakter uyanır ve artık onun gözünden avlu gözetlenmeye başlanır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken birkaç nokta vardır. Neredeyse tüm filmi Jeff’in gözünden gören izleyici ilk sekansları kendi gözü ile görür. Jeff’in hâkim olmadığı ender sekanslardandır bunlar. Jeff uyandıktan sonra film boyunca tekrar bu kırılma sadece bir kez yaşanır. O sahnede de hiç bir şey tam açıklığa kavuşturulmaz. İzleyici Jeff’in haiz olduğu bilginin çok üstünde bir bilgiye sahip olamaz.  Tüm film Jeff’in yani Big Brother’ın bakış açısı ile izlenilir. Onun görmediği hiç bir şeyi görmemize, işitmediği hiçbirşeyi işitmemize izin verilmez.

Kamera bir kez de Jefferies'in gözünden daha önceden gördüğümüz komşuları tarar. Her bir komşu için başkarakterin izlenimlerine tanık oluruz. Sinemadaki her şeyi gören her şeyi işiten röntgenci olmaktan çıkmışızdır. Artık başkarakter ile birlikte gözetleriz, onun tek odasından dışarı çıkamaz çıkanların peşinden bakabiliriz sadece.

Filmin başlarında masumane olarak görünen sıkıntıdan komşularını izleme eylemi giderek dürbün hatta daha sonra tele objektifle yapılan gözetleme eylemine dönüşür. Eve gelen hemşire kadın ona “camdan bakıp görmemen gereken şeyler görüyorsun” der. Bu cümle Jefferies'in masum bir iş yapmadığının, röntgenlediğinin en somut dile getirilişidir. “Kadın röntgenleme”nin cezasından bahseden hemşire Stella gözetleme eylemini sadece cinsellik noktasına indirgerken, Jefferies'in karşı dairesinde üstünü çıkartan, dans eden ya da spor yapan kadına cinsel amaçla bakmaması röntgenlemenin temelinde yatan başka ve daha derin uçlara vurgu yapar. Daha sonra izlemeye başladığı ve filmin ana meselesi haline gelen Thorvald'ların evi ile gözetleme merak, korku ve isteğin birbirine karıştığı bilinçaltı bir alana dönüşür.

Filmin ilk sahnelerinde olaylara müdahalede bulunmayan karakter sadece röntgenlerken daha sonra yaptıkları, olaya dâhil oluşu ile gözleyen Big Brother'a dönüştürür. Kullandığı fotoğraf makinesinin tele objektifini adeta bir silahı tutar gibi kavraması ve hedefine yöneltmesi ise bu tezi doğrular. Böylece yönetmen özel yaşamı gözetlemek öldürmek kavramlarını bilinçli olarak filmin odağına oturtur. Mahrem hayatın kalmaması ve insanların güvenlikli alanı olan evlerinde özel hiçbir şey yapamaması yani özel yaşamın öldürülmesi röntgenlemeyi edilgen bir eylemden çıkarıp etken bir hale sokar.

Yönetmen; filmin ilerleyen sahnelerinde “Acaba birini dürbünle ya da tele objektifle gözetlemek doğru mudur?” diyerek izleyicinin kafasında başından beri olması gereken soruyu sorarak onları irite eder ve özdeşleşmeyi kırmadan seyircinin ne yaptığının farkına varmasını sağlamaya çalışır.

Jefferies'in filmin başından beri dikkatini çekmeye çalışan, onun kendisi ile ilgilenmesini sağlamaya çalışan kız arkadaşı Lisa ise ilgiyi ancak avlunun karşısına geçtiğinde görür. Hak ettiği merakı gözetlendiğinde kazanan Lisa bu ilgiyi kaybetmemek adına röntgenlenen kişi olmayı bilinçli olarak tercih eder. Bu bağlamda Lisa bilmeden gözetlenenlerden ayrılır ve bir teşhirci sıfatlaması kazanır. Teşhirci olarak gözetlenmeyi bilinçli olarak ister. Konu yönetmen tarafından bilinçli olarak “bilinmeyi istemek” kavramları üzerinden tartışmaya açık bir nokta haline getirilir.

Bu sahneler söz konusu olduğunda hemşire Stella'nın bir diyalogu da üzerinde durmaya değerdir. Lisa, Thorvald'ların dairesine gizlice girdiğinde ona Jefferies'in fotoğraf makinesinden bakmak isteyen Stella gözetlemenin anahtar kelimesi sayılabilecek bir şey telaffuz eder: “ver de ben de bakayım şu anahtar deliğinden.” Anahtar deliği tanımlaması direkt olarak akla gizlice gözetlemeyi hatta daha da derinde çocuğun anne babasını gözetlemesini akla getirir. Bu bağlamda Froudyen bakış açısı da açıkça tezahür eder.

Filmin sonunda kamera artık kahramanın gözü olmaktan vazgeçer. Olay çözülmüş izleyici katarsisi yaşamış, öteki olan Big Brother'ın ellerine teslim edilmiş ve sisteme boyun eğdirilmiştir. Herkes sistemin getirdiği yalanla mutlu olduğuna göre Jefferies kırık ayaklarını dinlendirirken pencereye sırtını dönerek oturabilir.



 Kompülsif: Bastırılanın geri dönüşünün dışavurumu ya da yasak düşüncelerin bilinçaltında tutulması sonucu oluşan nevrozların tipik belirtisidir.

Bülten kaydı için tıklayınız