Gotik Evrenin Çılgın Kralı: Tim Burton

Asena Çağla ÜNAL profil resmi

Kategorisi : Yönetmen Sineması

Yayınlanma tarihi : 15.01.2013

Etiketleri : dark shadows, big fish, ed wood, frankenweenie, vincent, tim burton, yönetmen, edward scissorhands, batman, beetlejuice


Tim Burton gotik bir evrende yaşayan ve büyümek bilmeyen bir çocuk, çılgın bir kral. Filmleri içine kapanık karakterinin ve karanlık rüyalarının dışavurumu. Kendine özgü yönetmenlik tarzı herkes tarafından biliniyor.  Alışılmadık karakterler,  kasvetli ya da aksine çok renkli bir mise-en-scene, ekspresyonist mekanlar ve karanlık hikayeler gibi alamet-i farikaları, Burton’a özel bir tarz oluşturdu. Bir Burton filmi izlerken bu tarzı farketmek ise hiç zor değil.

 

13 yaşındayken eline aldığı Super 8 kamera ile ilk uyarlaması olan  ‘The Island of Doctor Agor’ (1971) adlı bir animasyon çekti. 1979’da, sinemanın ilk yıllarından kalmış gibi duran sessiz kısa metrajı Houdini’de kamera önüne de geçti. Animasyona karşı özel bir ilgisi vardı. California Sanat Enstitüsünde animasyon eğitimi almaya başladı. Bir süre sonra hiçbir şey üretmediği gerekçesiyle bursu geri çekildi. Bunun üzerine, bir amaç üzerine hazırladığı ilk projesi olan ve kendi çizimleriyle oluşturduğu kısa filmi 'Stalk of The Celery Monster' (1979)'ı çekti.  (McDermott, Arran (2005). Tim Burton Collective.com –Early Movies.) Yalnızca 1.30 dakika süren bu filmde, Burton ileride filmlerinin nasıl olacağına dair ilk izlenimleri verdi. Bazı filmlerinde  kendi çizim ve illüstrasyonlarını kullanan yönetmen, günümüzde stop-motion denildiğinde akla ilk gelen isim.

 

Mezun olduktan sonra çizginin ve animasyonun gücü onu tarzıyla hiçbir alakasının bulunmadığı Disney'de çizer olarak çalışmaya başlamaya itti. Bu iş pek vaktini almayınca o da ''Vincent''i ve ''Frankenweenie''yi çekti. Ardından da ''Pee-Wee's Big Adventure'' geldi. Lakin bir yıl geçmeden Disney, -Tim Burton'ın 2012 yılında tekrar çekeceği- Frankenweenie'yi çocuklar için fazla korkunç buldu. Tim Burton'ı da bütçelerini boşa harcadığı gerekçesiyle işten çıkardılar.  Bu işten çıkarma, Burton'ın kariyerinin önünü açtı ve sinema evreni Beetlejuice, Batman, Edward Scissorhands, Ed Wood, Big Fish, Corpse Bride gibi filmler kazandı. Geçtiğimiz sene önce Dark Shadows ile seyircilere hayal kırıklığı yaşattıktan sonra yılın son demlerinde Frankenweenie ile durumu toparladı. Kronolojik sırayla yönetmenin filmlerine şöyle bir göz gezdirelim..

 

 

 


Disney'de çalıştığı dönem ürettiği projesi Vincent ile yönetmen, bir yapımcı firmaya bağlı olmadan ve tamamen kendisini yansıtan yazdığı,çizdiği,yönettiği en bağımsız işini yapmış oldu. Filmi, şiir ile parallel işledi. Poe hikayelerinden uyarlanan Roger Corman filmlerinde oynadığı başrollerle bilinen Vincent Price filmin anlatıcısıydı.  Burton'ın Vincent karakteriyle, hayranı olduğu Price'ı onurlandırdığı bile düşünülüyor. Zaten karakterimizin Vincent Price olmak istediğini öğrenerek başlıyoruz filme, ardından karakterin Edgar Allen Poe sevgisi vurgulanıyor. Vincent'in Burton'un karakterinin ve zevklerinin bir yansıması olduğunu söylersek hiç yanlış olmaz. Kısa filmin konusuna gelirsek; Vincent 7 yaşında,karanlık düşlere ve müthiş bir hayal gücüne sahip, ailesi yerine örümceklerle yaşamak ve köpeğini zombiye dönüştürmek isteyen bir çocuktur. Burton bu köpeği 1984'te ‘Frankenweenie’’de zombiye dönüştürecektir.

 

 

1988 yılında çekilen Absürd/ Fantastik bir ilk dönem Burton filmi Beetlejuice. Evlerinde başbaşa ve huzurlu bir tatil sürmek isteyen Maitland'lar köprüde geçirdikleri kaza sonucu ölmelerinin ardından kendilerini yine evlerinde buluyorlar. Lakin bu sefer ne başbaşalar ne de huzurlu. Deetzler ve tanıdıkları evlerini yeniden dekore etmekte ve onları görmezden gelmektedirler. Evlerinde yalnızca bir hayalet olduklarını ve onları görebilen tek kişinin evin kızı Lydia olduğunu farkederler. Deetzleri kaçırmak için Lydia'dan da yardım alarak hayalet olmalarını avantaja çevirmeye çalışırlar ki bunu tek başına başaramayacaklardır. Beetlejuice'dan yardım isteyecekler ve çağırdıklarına pişman olacak, birde ondan kurtulmaları gerekecekdir. Filmin en absürd anları öteki dünyanın bekleme salonunda ve de Beetlejuice sahnelerinde yaşanıyor. Bir yıl sonra tekrar bir Burton filminde başrolu oynayacak Micheal Keaton filme adını veren Beetlejuice karakterini canlandırırken hepimizin aklında unutulmaz bir performans bırakıyor ve sık sık yüzümüzü güldürüyor. Yeni yeni parlayan Winona Ryder, gencecik bir Alec Baldwin, tüm sempatikliğiyle Geena Davis ve Home Alone serisi ile hepimizin çocukluğunda yer etmiş Catherine O'Hara'da Keaton'a performanslarıyla eşlik eden diğer oyuncular. Filmin müzikleride Danny Elfman'dan çıkma. Beetlejuice için belki Tim Burton'un en iyi filmi diyemeyiz ama kesinlikle iyilerinden biri. Bir efsane olarak anıldığını da reddedemeyiz, sonuçta Jump in the Line (Shake Senora)'ı her duyduğumuzda bizde Lydia gibi eşlik etmeyi aklımızın ucundan geçiriyoruz.

 

Keaton, onu bembayaz bir surat ve yeşil saçlarla izlememizin bir sene ardından simsiyah bir yarasa kostümüne büründü ve altındaki yakışıklı milyarder Bruce Wayne'e dönüştü. 1939'da DC Comics ile çizgi roman dünyasında yaşamına başlayan kahraman Batman, her ne kadar beyazperdeye 1966'da Leslie H. Martinson tarafından uyarlanmışsa da Batman'in sinema macerasının 1989'da Tim Burton ile başladığı düşünülür. Burton tarzı karanlık atmosfer, suçun kol gezdiği gotik bir Gotham oluşmuştur. Böylece çizgi roman havasıda film boyunca korunmuştur.  Burton'ın Joker'i Jack Nicholson idi ve ilerde sıklıkla Heath Ledger'ın canlandıracağı Joker ile kıyaslanacaktı. Ben bir kıyaslama yapacak olur isem aralarında çok belirgin karakter farklılıkları olduğunu söyleyebilirim. Nicholson enerji dolu bir performans ile daha çok 'kafayı sıyırmış' ve bunu sanat ile dışarı vuran bir haindi. Karanlık bir atmosferin renkli karakteriydi. Klasik bir Nicholson performansı ve muhteşem bir Jokerdi ama o kadar popüler olamadı. Ledger'ın Jokeri ise The Dark Knight'ı bir Batman filminden, Joker filmine çevirmişti. Performansı ödüllendirildi ve Ledger beklenmedik ölümünün hemen öncesinde gerçekleştirdiği performans ile bir efsane oldu. Benim kişisel beğenimde ise Burton'ın yarattığı 89 tarihli Batman'in atmosferinin ve Nicholson'un Joker'inin her zaman ayrı bir yeri olacak.

Edward Scissorhands (1990) ise renkli bir dünyanın karanlık karakteri olan Johnny Depp'in canlandırdığı Edward'dan adını alır. Oldukça yenilikçi ve zengin bir anlatımı olan bu filmde Depp'e Winona Ryder eşlik etmektedir. Modern bir Frankenstein anlatısıdır. Sıcaktır ama hüzünlüdür, dışlanmışlığı anlatırken sevgide içtenlikle işlenir. Toplumu eleştirirken, herşeyin göründüğü gibi olmadığını görür, tamamen yabancısı olduğu bu dünyayla uyum sağlamaya çalışan Edward ile empati kurarız. Önceki filmlerinden oldukça farklı bir atmosferi olan film, gişede 86 milyon dolar hasılat yaptı ve Burton'un en sevilen filmlerinden biri oldu.

 

Burton '92'de bir Batman filmi daha çekti. Bu sefer Micheal Keaton'a, patronu tarafından camdan aşağı atıldıktan sonra Kedikadın'a dönüşen Selina Kyle rolünde Michelle Pfeiffer ve Penguen rolündeki Danny DeVito eşlik ediyordu. Penguen karakterinin dışlanmışlığı, Burton'ın ilgisini çekmesi için yeterliydi. Karakteri ve görüntüsünü daha karanlık hale getirdi, haliyle 'Batman Retuns'da filmin en öne çıkan karakteri Penguen oldu. Bu filmin ardından Batman'in beyazperdeye taşıma görevini Joel Schumacher devraldı.

 

Tim Burton 1994te biyografik bir film olan Ed Wood için tekrar işe koyuldu. Çektiği B filmlerle bilinen ve ölümünden sonra 'Tüm Zamanların En Kötü Yönetmeni' olmasıyla ödüllendirilen Edward Davis Wood, Jr.'ün hayatını beyazperdeye taşıdı. Başroldeyse yine -sonradan vazgeçilmez oyuncusu olacak olan- Johnny Depp vardı. Sinema tutkusunu merkeze alan film siyah-beyaz çekildi ve Ed Wood'un sinemada kullandığı bazı teknikleri, Burton'da bu filmde kullandı.

Burton, Mars Attacks! (1996) ve Sleepy Hollow (1999)’un ardından bir yeniden çevrim olan ve yerden yere vurulan Planet of The Apes (2001)’ı çekti.. İki sene sonra önceki filminin aksine oldukça beğeni toplayacak kitap uyarlaması Big Fish (2003) vizyona girdi.  Ed Bloom'un yetişkin oğlu, hasta yatağındaki yaşlı Ed'in başından geçenleri dinlerken babasının herşeyi uydurduğunu düşünür. Onlar anlata dursun, seyircide Ewan McGregor'un canlandırdığı genç Ed ile o maceraları bir bir yaşar, olağanüstü görünen herşeye inanmayı kabul eder. Seyirciyi inandıran Ed, öleceği güne kadarda oğluyla inatlaşmasını sürdürür ve bunların gerçek olduğuna diretir. Tüm bu inatlaşma filmin final sahnesindeki diyalogla soslanır ve tadından yenmez bir hal alır. Oyuncu kadrosunda Albert Finney, Helena Bonham Carter, Steve Buscemi, Danny DeVito ve Marion Cotillard gibi isimler bulunurken, karakter kadrosuda bir o kadar rengarenktir. Big Fish yönetmenin diğer filmlerinin aksine apaydınlık bir filmdir, gotik unsurların yerini ise masal unsurları almıştır. Müziklerinin de yer yer iç ısıttığı, replikleriyle ise bir şiir kılığına bürünen film, fikrimce Tim Burton'ın ustalık eseridir, başyapıtıdır. 

 

 

Tim Burton'un yıllar sonra yuvası olan animasyona döndüğü Corpse Bride (2005) 'da Johnny Depp ve Helena Bonham Carter bu sefer ana karakterlerin seslendirmesini yükleniyorlar. Stop motion yöntemiyle çekilen animasyon Viktorya dönemi Avrupasında ve Burton'ın yeniden döndüğü gotik atmosferde hatta yeraltında geçiyor. Müzikler yine Danny Elfman'a emanet. Evlilik arifesinde bir mezarlıkta binbir kararsızlıkla edeceği evlilik teklifini prova eden Viktor'u, ne hikmetse yer altında gelinlikler içinde bekleyen ölü gelinimiz duyuyor ve olaylar gelişiyor. Seyri oldukça zevkli olan bu animasyona not düşmek gerekir ki, yine bir stop motion efsanesi olan The Nightmare Before Christmas (1993) da Tim Burton'un kaleminden çıkan bir hikayeden uyarlanmıştı. Haliyle teknik ve atmosfer sebebiyle filmleri birbirine benzetmek ve referans almak oldukça mümkün.

 

Kendi rüyalarından çizgi romana, gerçek bir hayat hikayesinden romana dünyasını paylaşan yönetmen, 2007'de yine Johnny Depp ve Helena Bonham Carter'ı ve de Alan Rickman'ı kamera önüne alarak ödüllü bir müzikali Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street'i çekti. Karanlık ve pis bir Londra'da geçen filmde Johnny Depp ilk defa kamera önünde müzikal performans gerçekleştirdi. Alice in Wonderland (2010)'da ise yine kendi üslubunda masal anlatmayı denedi ama pek başarılı olamadı. Geçtiğimiz sene Dark Shadows (2012) ile yine hayal kırıklığı yaratan yönetmen Frankenweenie (2012) ile durumu tekrar düzeltti.

 

Sinemaseverlere üzerinde konuşacak birçok film veren, tarzıyla fark yaratan, Hollywood’un bu üretken yönetmenin hali hazırda çekmeye hazırlandığı bir projesi duyurulmadı. Yakın zamanda tuhaf birşeyler bulup çektiğinde, elbet seyretmek için bekleyen birçok Burton meraklısı olacaktır.

 

Kaynakça:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bülten kaydı için tıklayınız